MESUT ÇAKMAK
Her şey tam 35 yıl önce yine bugünlerde başladı. Liseyi Türkiye’nin seçkin bir okulunda okurken yaz aylarında otelde çalışıyor ve turizmci olmak hayali ile debelenip duruyordum. O gün gelen bazı turistleri Sultanahmet Meydanı ve Ayasofya’da gezdirirken o muhteşem sesi duydum. Etrafta görmeye çok alışık olmadığım binlerce insan tam bir sükunet içinde camiyi doldurmaya başlamışlardı. O ses müthiş bir haykırışla adeta gönüllere davetiye gönderiyordu. “Allahü Teâlâ vetekaddes hazretleri” ifadesini ilk kez o zaman duymuş adeta kulaklarım mühürlenmişti. Gezdirdiğim misafirleri alarak nasipsizlik içinde oradan uzaklaştım. Ama o ses kulaklarımda her zaman tazeliği ile kalmıştı.
Aradan sadece bir yıl geçmiş Uludağ Üniversitene kaydolmak için Bursa’ya gitmiştim. Üniversite kayıtlarında aynı sınıfı kazandığımız arkadaşımın ağabeyi ile tanıştık. O ne güzel bir insan ne kadar naif, sempatik, mütevazı ve bir o kadar da canlı heyecanlı bir karakterdi ya Rabb! Muhafazakar bir aileden gelmeme rağmen yaşadığım bazı olumsuz örneklerinden dolayı dini kimliklere biraz mesafeli hatta olabildiğince uzak durmaya çalışmama rağmen bu insanın farklı yaklaşımı ve davranışları adeta gönlümü mest etmişti. Derken okul başladı ve Kredi Yurtlar Kurumunda kalma kararı ile hayatımın yepyeni bir devresine başlamış oldum. Çok zaman geçmemişti ki tanıştığım o ağabey ile hem sınıf arkadaşımın abisi hem de üst bölümlerde okuyan biri olarak yardımcı olmak için iletişimde kalmaya devam ettim. Zaman zaman yurttaki ülkücü hareket mensupları ile bir araya geldiğimizde “Aman dikkat et, bu tanıştığın cemaatçi…” söylemlerine rağmen diğerlerine hiç benzemeyen davranışlarından dolayı onunla zaman geçirmeyi seviyordum.
Ve günlerden bir gün, istersem Bursa’yı gezdirebileceğini söyledi. Bu teklif yaşadığım yeni yeri tanımak için bir fırsattı. Sevinerek kabul ettim. Osmanlı mirası bu güzel şehrin her noktası tarihe tanıklık ediyordu. Bununla birlikte Allah’ın sevgili kullarını misafir eden, manevi iklimi çok güzel bir şehirdi. Kapalı çarşıyı gezdikten sonra hem nefes almak hem de ziyaret için Ulucami’ye geçtik. Caminin atmosferi büyüleyiciydi. Hele içindeki şadırvan bölümündeki kısa bir oturuş, kendini dinleme ve kendinle baş başa kalma faslı adeta rehabilitasyon gibiydi. Tam o sıralarda ezan okundu ve herkes namaz için hazırlıklara başladı. Beni gezdiren ağabey tam bir nezaketle istersem sadece kenardan izleyebileceğimi söyleyip bir yer gösterdi. Dine, dindarlara ve özellikle cemaat temsilcilerine olan mesafeli duruşum o kadar fazlaydı ki adeta hesaplaşmak için bazen kendimle kavga ediyor ve bunun sonucu olarak Rabbimden uzak durabiliyordum. Huzur veren bu ortamda daha fazla dayanamayıp abdestimi aldım ve belki de çok uzun süre sonra ilk kez Rabbime yöneldim.
Namaz sonrasında duygu yüklemesi ile kendimi dışarıya atmıştım. Biraz daha gezip bir şeyler yedikten sonra Murad Hüdavendigâr Camiini ziyarete gittik. Allahım bu ne güzel bir mekan. Adeta göğsüm yerinden fırlayacak gibi heyecanlanmıştım. Çok geçmeden yine ezan sesi ile insanların ikindi için toplanmaya başladıklarını fark ettim. Ve Ulu Camide yaşadığım duyguları yeniden yaşayıp namaz için hazırlıklara ben de katıldım. Artık güneş guruba gitmiş ama benim için fecir vakti olduğunu anlayamadan kaldığım yurda dönmüştüm. Hayatımda belki de en huzurlu ve mutlu olduğum bir gündü. Evet her şey işte o gün değişti kendi adıma…
Can ağabey zaman zaman beni ziyaret ediyor, güzel vakit geçiriyorduk. Bir gün beni yakınlarda bir yerde başka arkadaşların kaldığı bir eve davet etmek istediğini söylemesi üzerine “Yoksa bahsedilen cemaat evi mi?” sorusunu sormama neden olmuştu. O güne kadar hiç bir şekilde ne dini bir hayatım olmuş ne de dini bir davet almıştım. O güne kadar insanların olumsuz yorumlarından etkilenmiştim. Tüm bunlara rağmen endişe ve merak içinde davete icabet edip o eve gittim. Aman Allahım, ne güzel insanlardı bunlar. Hepsi önceki tanıdığım ağabey ile aynı özelliklere sahip onlarca insan gördüm orada. Futbol oynarken birbirlerine karşı üslupları, ortamdaki sevgi ve saygı ortamı gerçekten benim gibi inatçı ve kaba insanları bile etkilemeye yetti. İşte ondan sonra bu insanları çok sevdim. Ve daha çok nasıl vakit geçirebilirim diye düşünmeye başladım.
Aradan kısa bir süre geçmişti ki eğer istersem bu evlerden birinde kalabileceğim teklif edilince, bu beni ziyadesi ile mutlu etmişti. Henüz iki ay geçmiş, havalar soğumuş evin sıcak ortamı beni sarmıştı. Ama bazı kötü alışkanlıklarımın olması ‘acaba nasıl olur’ dedirtmesine rağmen davet edildiğim evlerden birinde kalmaya başladım. Henüz tam olarak namaz kılmıyor, sigara gibi önceden kalan alışkanlıkları bırakamıyordum. Ama tüm bunlara rağmen her hangi biri çıkıp ‘neden, nasıl’ benzeri sorular sormadı.
Henüz evde kalmaya başladığımın ikinci haftasında üst sınıflardaki ağabeylerden biri namaz sonrası bir kaset dinleyeceğimizi söyledi. Şaşırmıştım, ilk kez toplu bir programa davet edilmiştim. Oysa namazlara bile davet edilmiyor, kendi halime bırakılıyordum. Namaz bitmiş, yedi arkadaş bir teybin etrafında oturmuş kasetin çalışmasını bekliyorduk. Oradaki abi kaset için kısa bir bilgi paylaştı. Allah’a imanın anlatıldığı 15 dakikalık bir hutbe dinleyeceğimizi belirtti. Ve beklenen an geldi teyp çalışmaya başladı.
Aman Allahım bu nedir? Yıllar önce beni sarsan sesi yeniden iliklerime kadar işittim. Olduğum yerde kalakalmış kaderin hakkımdaki kararı ve Rabbimin muradı karşısında iki büklüm olmuştum. Bu sesin sahibini ve varsa diğer kasetlerini de dinlemek istediğimi söyledim. Hatta görmek istediğimi, nasıl görebileceğimi de sordum ama artık vaaz vermediğini bu dönemi kaçırdığımı duyduğumda çok etkilenmiş, üzülmüştüm. Eğer istersem belli sayıda kaset dinledikten sonra VHS videosunu izleyebileceğimi söylediklerinde çok sevinmiş ve bir an önce kasetleri dinlemeye başlamıştım. O sesi tanıdıkça, sevgim arttıkça arttı. Ve artık ara dönem kampı ile birlikte bu arkadaşlardan biri olmaya karar verdim. Kamp sonrası yine tatilde memleketten gelen kardeşimi alıp evde patatesli yumurta yemek için oturmuştuk. Yedi kişi aynı tavadan ellerimizle yediğimizi gören kardeşim Karadeniz şivesi ile “Abi seni anama diyucum. Sen onunla bile aynı salatayı yemezken nasıl olur da bunca insanla aynı tavayı ve elle yiyerek paylaşıyusun” deyişini hiç unutamadım. Ahh nereden bilsin ki bu arkadaşlar candan öte can olmuştu bana. Elhamdulillah…
Ertesi dönem artık öğrendiklerimi yaşamaya başlayan sıradan biri olarak yabancı öğrenciler ile iletişim kurmamı istediklerinde müthiş bir metafizik gerilimle başkalarına faydalı olabilmek ümidi ile kabul etmiştim. İlgilendiğimiz öğrenci arkadaşlarımız Müslüman değildi hatta yaşantıları sıradan bir Türk Müslüman ailesini rahatsız edici boyutlardaydı ama o sesin ifadesi ile sadece ‘ümmeti gayr-i icabet’ kabul ediliyor ‘ümmet-i icabe’ olanlardan tek farklarının Kelime-i Şehadet olduğu belirtiliyordu. Tüm bu motivasyonla arkadaşlarımız tüm dünyadan gelen yurt dışı öğrencileri ile ilgileniyordu.
Yıl bitmiş, yaz kampı Uludağ’da müthiş bir metafizik gerilim ve manevi bereketi ile sona ermişti. Yeni dönemde yurt dışı öğrenci temsilcilerinin Hocamızı ziyaret edeceği ve sunumlarda bulunacağımız söylendi. Aklımdan bu nasıl olacak bu insanlar alkol alıyor ve sadece bizi kullanıyorlar gibi düşünceler geçerken “Sizin bu misafirperverliğiniz ile değil bunlar, bunlardan 7 nesil sonrası gelecek olanlar bile etkilense ben kilisede takla atmaya razıyım” ifadesini duyduğumda utanmış ve bu yüce kametin Türkiye değil tüm insanlığı kurtaracak bir hoşgörüye sahip olduğuna bir kez daha şahid olmuştum. Ve bugün anladım ki 30 sene önce söyledikleriniz bugün hep karşılık buldu canım Hocam!
Evet Rabbim o muhteşem sesi yakından görmeyi lütfetti. İlk kez iliklerime kadar heyecanla titremenin ne demek olduğunu anladım orda. Heybeti, bakışı, nazarı ve ifadeleri kulaklarıma değil direk kalbime sesleniyordu. Ve artık onu sadece sevmiyor adeta tam bir biat ile vizyonu ve misyonunu devam ettireceğime söz veriyordum. Sonraki yıllarda hep bu düşünce istikametinde ne yapmam gerekiyorsa onun peşinde koştum ve her iki cihanda da bu arkadaşlardan ayrılmamak için hep duama devam ettim.
Ve zaman geldi Bursa’da talihsiz bir dönem yaşadık. Yalancı mumları güneş sanıp peşinde koşan arkadaşlarımızla beraber hocamızı ziyarete gittik. O ne şefkat kahramanıydı ki tüm arkadaşları bağrına bastı ve Hizmet dairesinde kalmaları için adeta hepimizi kucakladı. O gün orada çok az sayıdaki arkadaşla beraber Kur’an etrafında biatımızı yeniledik. Ahh benim güzel hocam ! Allah Şahid o biatı asla bozmadım.
Ve şimdi biatımı bu sefer bir kez daha huzurunda yenilemek için geldim. Bu sefer kaçırdığım vaaz döneminin aksine en yüce vaaz için çok erken saatlerde dediğin gibi ‘camileri değil statları dolduracaksınız’ hitabını hatırlayarak en on saflarda yerimi aldım. Ve seni o müthiş vaazında bir kez daha yakından görmek için huzuruna geldim. Ama bu kez yalnız değilim yüzlerce arkadaşımın selamlarını da getirdim. Hepsi taa ilk günlerdeki gibi Görükle’de nasılsa aynı kıvamı koruyorlar ve sana sevgilerini bu pür kusur ağızla huzuruna iletmemi istediler.
Ne olur ötelerde bu fakiri, kardeşlerini, arkadaşlarını aile fertleri ile beraber unutma ve Efendimizin (sav) sancağı altında toplanacağımız o günlerde bizi de tüm kusurlarımıza rağmen eskiden olduğu gibi yine bağrına bas ve cemaatine kabul buyur.
Şahid Ol Ya Rabb! Hocamızı çok seviyoruz.