GARİP BİR YOLCULUK

GARİP BİR YOLCULUK

SEZER MURAT / HOLLANDA

Ülkemde yaşama ihtimalim tükenince, Allah yeni kapılar açtı. Benim kıt idrakime göre aşılması imkânsız gibi görülen bu kapılardan, cebri olarak geçirildim. Kendimi yeni bir yurtta buldum. 90’lı yıllarda Anayurt’tan, Atayurt’tan haberdar olmuştuk. Şimdi yeni yurdu öğreniyorduk.

Yaklaşık 10 yıldır, zaman zaman ortaya çıkan bir rahatsızlığım vardı. Ülkemde hastanelere gittiğim zamanlarda, o anki durumu iyileştirmeye yönelik tedaviler uygulanıyordu. Hastalığın sebebini hiç araştırmadılar. Doktorlar, “genetik olabilir, bazı bünyelerde olabiliyor, diyetine dikkat etmelisin” gibi tavsiyelerde bulunuyorlardı.

Yeni yurda doğru harekete geçtiğim zaman rahatsızlığım tekrar baş gösterdi. Ülkemde adli olarak arandığım için hastaneye gidemedim. Komşu ülkede, herhangi bir belgem veya polis kaydım olmadığı için yine hastaneye gidemedim. Çaresizce çok ızdıraplı günler geçirdim. Acılara ve ağrılara sabırla tahammül etmekten başka elimden bir şey gelmiyordu. Haddi aşanlardan olmaktan Allaha sığınarak, aylarca bu ağrılarla yaşadım.

Avrupa’daki bu yeni yurda gelir gelmez, ilk ve tek hedefim bir an önce hastaneye gitmek oldu. Sağlık sistemlerinin ülkeden ülkeye farklılık gösterdiğini buraya gelince anladım. Parasetamolün her hastalığa iyi geldiğini de. Halbuki ülkemde her hastalıkta Aspirin kullanılır. Hatta bürokratik sorunlardan, ticari anlaşmazlıklara kadar her problemde aspirin verilir. Geçici oluşturulan kamp ortamında aile hekimine ulaşmam bir kaç hafta aldı. Hastalığımın parasetamolden daha fazla ilgiyi hak ettiğinin anlaşılması da bir kaç ay kadar sürdü. Zaman zaman baş gösteren hastalığım ise ne yazık ki geçen senelerde olduğu gibi atak şeklinde gelip gitmedi. Görünüşe göre parasetamol de işe yaramıyordu. 8-9 yılda edindiğim tecrübelerle kendime uyguladığım tedavilerse sonuçsuz kaldı. Ağrılarım bu kadar uzun ve kesintisiz sürmeseydi belki çoktan hastaneye gitmekten vazgeçerdim. Ağrılarım ve çaresizliğim, bu prosedürün sonuna kadar gitmem için beni zorluyordu.

Aylar sonra, bir üniversite hastanesinin hastalığımla ilgili bölümünün uzman bir doktoruyla görüşebildim. Bu görüşme hastalığımın da bir dönüm noktası oldu. Doktora hastalığımla ilgili hikayemi, ağrılarımı, semptomlarımı anlattım. İlk söylediği, “Buna neyin sebep olduğunu bulmalıyız!” sözü oldu. Benim hastalığımın bir yan etki, bir sonuç olduğunu ifade etti. Hastalığın başka bir şey olabileceği ve bunca zamandır benim yaşadıklarımın ise o hastalığın sadece bir sonucu, bir semptomu olabileceği ihtimalini ilk kez duyuyordum. Tam anlamıyla bir paradigma dönüşümü yaşadım.

Sonra bu yeni durumla ilgili tahliller, araştırmalar, konsültasyonlar, görüntülemeler başladı. Henüz yeni bir teşhis konmamasına rağmen ağrılarım da kesilmişti. Sanki hastalık görevini yapmış ve artık beni rahat bırakmıştı. Randevuları sürekli hastane veriyordu. Doktorlar beni bir kere yakalamışlardı ve peşimi bırakmıyorlardı. Sonuçta bir teşhis kondu. İlk semptomları gösteren organlarımla hiç alakası olmayan bambaşka bir organdaki bir anomalinin her şeye sebep olduğunu tespit ettiler. Tedavi olarak da bir parçanın ameliyatla çıkarılmasını önerdiler. Korktum. Gerçekten ameliyat gerekli miydi? Ya işe yaramazsa?

Nihayet ameliyat günü gelip çattı. Henüz kendimi hazır hissetmiyordum. Geriye dönüp baktığımda kaderin beni farklı yollara sevk olmaktan alıkoyduğunu anlıyordum. Buraya kadar her şey irademin dışında gelişmişti. Bir başka çaresizliğin içindeydim. Arkadaşlarımdan ve ailemden sürekli dua etmelerini istiyordum. Aradığım ve arayan her arkadaşım hayır dualarında bulundular. Arkadaş mesaj gruplarında dualar paylaşıldığını gördüm. En iyi ilaç moraldir derler. Bu dua seferberliği beni çok cesaretlendirdi ve rahatlattı. Daha önce benim de tanıdığım tanımadığım kişiler için paylaşılan Yasin’lerden, Fetih’lerden, dualardan hisse aldığım oluyordu. Ama hastaya bu kadar moral ve enerji verebileceğini hiç düşünmemiştim.

Ameliyat 1 saat ertelenmişti. Sonunda o an da geldi. Hazırlanacak ve ameliyathaneye götürülecektim. Gayri ihtiyari olarak son bir defa daha mesajlara göz attım. Ameliyatın 1 saat önce olacağını bilen arkadaşlarım, gruplarda son durumumla ilgili merak içinde sorular soruyorlardı, bilenler cevap veriyor, diğerleri Allah’tan şifa istiyorlardı.

Bir anda farklı bir ruh haline geçtim. Çeyrek kefen büyüklüğünde yakasız ve düğmesiz bir ameliyat üniforması içinde yatağıma uzandım. Görevli hemşire, ameliyathaneye götürmeye başladı. Bense ayrı bir alemdeydim. Ölmüştüm ve bu hayat yolculuğum bitmişti. Münker ve nekir tarafından tekerlekli bir tabutta kabrime doğru götürülüyordum. Onlarsa bana gülümseyerek her şeyin yakında biteceğini söylüyorlardı. Sonra asansöre bindirdiler. Hasta yatağında, yatar vaziyette, dar bir asansörde aşağı katlara doğru inerken, işte kabre indiriyorlar dedim kendime. Her şey bitti. Bu kadarmış.

Bu kadar değilmiş aslında. Her şey yeni başlıyormuş. Gruplardaki mesajlar aklıma geldi. Gruplardaki arkadaşlarım, gruplarda olmayan arkadaşlarım, 30 yıldır tanıdıklarım, onların arkadaşları, tanıdıkları, kocaman bir kardeşler topluluğu gözümün önüne geldi. Uzaktan seslerini duymaya başladım. Önceden kabir kapısını geçmiş olanlar, arkadan gelecek olanlar hepsi bir aradaydı. Bu dünyadakiler, öbür alemdekilerle zamansız ve mekansız bir noktada buluşmuşlardı. Sanki ruhlar aleminde WhatsApp mesaj grupları kurulmuştu. Ruhlar arasında mesafe yoktu. Herkes birbirini rahatça duyabiliyor ve anlayabiliyordu. Hesaplarını tastamam vermiş bu ruhların mukavelelerini işitiyordum. Bense konuşamıyordum, sadece uzaklardan gelen yankılı sesleri duyabiliyordum;

– Arkadaşlar filan kişi gelmiş duydunuz mu?

– Öyle mi? Allah merhamet etsin. Son durumu neymiş? Bilen var mı?

– Kabir sorgusuna alacaklarmış şimdi.

– Allah merhametiyle muamele etsin.

– Arkadaşlar, bu arkadaşımız için 41 Yasin okuyalım inşallah. Kalan 39.

– Kalan 38.

– 37

– …..

Tanıdık tanımadık herkesin katıldığı bir dua paylaşımı yapılıyordu. Bir yandan telaş hissediliyor, bir yandan zikirler ve kuranlar manzumesi yükseliyordu.

– Falanın durumu nedir?

– Abi, o abimiz mizanda takılmış diye duyduk.

– Allah rahimdir. Biz yine okumaya devam edelim. Fetih ve Ayetel Kürsi’den almak isteyenler buyursunlar…

– …..

– Elinde şefaat hakkı kalan var mıydı? Bu kardeşimize sahip çıkalım.

– Ben birisinden rica edeyim. Bakalım inşallah…

– …..

Ailemin sesleri de vardı. Eşim ve çocuklarım, çaresizliğin en büyük derman olduğunu bilircesine dua ediyorlardı. Çocuk taziyenamesini hatırladım. “… padişahın merhametini celbe sebep olur, sana şefaatçi hükmüne geçer. Padişah, onu seninle görüştürmek arzu edecek. Elbette görüşmek için onu zindana göndermeyecek, belki seni zindandan çıkarıp o saraya celbedecek, çocukla görüştürecek. Şu şartla ki padişaha emniyetin ve itaatin varsa…”

Allah’a karşı acziyet noktasında çocuk ile yetişkin arasında fark var mıdır? O’nun sonsuz gücü karşısında herkes aynı derecede aciz değil midir? Ailemiz veya arkadaşlarımız aynı çocuk acizliğiyle Allah’tan bir kardeşleriyle görüşmek isteseler, Allah neden geri çevirsin ki? Elbette onları zindana göndermeyecek, kardeşlerini zindandan çıkarıp onların yanına getirecektir.

Bu umutla Allah’a şükrettim. Burada küçük bir derdimde yalnız bırakmayanlar, orada da hatırlarlar herhalde. Bir ekmeği tek başına boğazından geçiremeyenler, orada da geride kimseyi bırakmayı düşünmezler herhalde.

– Arkadaşlar var mı geride kalan? Bi bakın da iletelim.

– …..

– HEY! BENİ BIRAKMAYIN NOLUR!

– …..

İçimizden bir kişi de kurtulsa dedim, geride kalanları hatırlar.

Ben bu aileyi, bu çocukları, bu arkadaşları hak edecek ne yaptım acaba? Allah’a ne kadar şükretsem azdır.

Ameliyat masasında gözlerimden sızan yaşları sildim. Bir tek melekler gördü, dudaklarımın titrediğini. Kendimi Rahmanın sonsuz rahmetine bıraktım. Gözlerimi kapadım.

MUHACİR AİLE VE YORGOS'LAR

15 Eylül 2022

ALİ KERVANCI AĞABEYİ UĞURLUYORUZ

15 Eylül 2022

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir