SELAHATTİN DEMİREL
“Alimin ölümü alemin ölümüdür.” diye bir söz vardır. Bu yazı bir alemin ölüm yazısıdır. Aslında biz de alem de neyi ve kimi kaybettiğini tam idrak edemiyor. Bu dünyadan bir Hocaefendi gelip geçti, hoş bir seda bırakarak…
Asrın büyük âlimlerinden Faslı Prof. Dr. Ferid el Ensari’nin Türkçe yayınlanan ilk eseri asrın sahibi ve son devrin en mücahid saydığı Üstad Bediüzzaman’a ‘Son Süvari’ adlı eserinde bir akıncının, süvarinin artık asrın ve umudun bitişi olarak düşünmüştü. Ama aynı bu toprağın mümbit olduğunu da belki o an idrak edememişti. Derken üstadın yazdığı uğruna mücadele ettiği davanın, dünyaya yayılmasını, programın uygulamasını görecek ve artık umudu yeşerecek ve Atlastan cepkenli yiğit akıncının dönüşünü görebilme lütfuna ermişti. Ve ikinci kitabı da bu ümidi isimleştiren bir ad almıştı: ‘Süvarinin Dönüşü’
Ne hazindir ki bu yazının konusu Hocaefendi’nin yaptıkları, dünyaya etkileri değil bir veda yazısı. O yüzden yazımın adı ‘Süvarinin Vedası’ oldu. Onun hikayesi ızdıraplı bir ruhun hafakanları, engin bir vicdanın tecrübesi, ümmetin kanayan yarası, hürriyete kavuşma adına akıp giden duru, halis bir şevk şelalesi ki, nurları Anadolu topraklarında yaşayan bir babayiğidin gönlünden kaynayıp bütün bir âlemi aydınlatan bir şelalenin hikayesidir.
Ekim ayında bizim coğrafyada ağaçlar sonbahara teslim olur ve yapraklar sararır ya da kahverengine çalarak tek tek ağaçtan düşer. Bu durumun insan ruhuna bir etkisi de olur. İşte böyle bir gün ve zamanda asrın dertlisi ve sahibi Zât bir seher vaktinde (benim yaşadığım yerde) dünya ağacından koptu. Yel aldı savurdu belki.
Ruhumda belki o yaprak gibi ağaçtan düştü, bir yel aldı ve buradan taa uzaklara, Hocamın yanına gitti. Hz. Ömer’in, Efendimizin vefat haberini ilk duyduğu andaki ruh halini bu güne kadar okumuştum ama anlamak bu güne nasipmiş. “O ölmedi, olamaz” demek, haykırmak geldi içimden ama yine hocamın ad koyduğu haliyle çoğumuz da ‘sükûtun çığlığı’ duyuldu. Dışarda duyulmasa da bu çığlıkları o kadar fazla duydum ki müthiş bir çığlığın kor olup dağları paramparça ettiğini duydum.
Tabiat yasaları, biyolojinin kuralları herkesin vücudunda nasıl çalışıyorsa Hocaefendi’de de aynı şekilde çalışıyordu. Kainattaki icraatını kendi koyduğu kanunlar ile yapan Allah, “Sen bir ömre yüzlerce hayat sığdırmış bir insansın. Dine, Müslümanlara ve insanlığa bunca hizmetin dokunmuş birisisin!” diye Hocaefendi’yi istisna etmiyordu. Ama eskilerin dediği gibi her ölüm erken ve vakitsizdir. Bizim için yıllardır aklımıza gelmesini istemediğimiz, gelse hemen düşünmekten vazgeçtiğimiz şey bir gün olacaktı.
Hocaefendi sadece bir din adamı ya da bir grubun manevi lideri, etkili bir vaiz değildir. O kelimenin tam ve etkin anlamıyla “Hocaefendi” idi. Onu anlatmaya zengin Türkçe’nin kelimeleri yetmez. Çünkü o kelimelere değil duygulara, hislere hitap eden biri idi. Ekim ayının soğuk yüzünde soğuk toprağa verilmesinin acısını duyanların sesi, görüntüsü olarak temsilen orada hazır bulunan insanların şehadetleri ile bir cenaze töreni yapıldı. İzlerken parça parça olan kalbim, olaylara inanamayan gözüm, gönlüm o arabanın sahaya gelmesi ve tabutum indirilmesi ile paramparça oldu. Hep dimdik gördüğümüz hocamız ilk kez uzanıyordu. O an yerin altında olmayı istedim. Gözümde biriken baraj olan gururum birden parçalandı ve baraj yıkıldı. Sular sesli şekilde döküldü vadiye.
O zaten hiç bu dünyada değildi ki… O bu zamanı yaşamamıştı. Zaman ötesi hayattan bize anı değil geleceği planlamayı öğretmişti. En çok diline gelen, en sevgiliye kavuşma anı onun vuslatı idi. Bize hüzün ona bayram idi. Merasim sahada bitmişti. Dualar ile ‘elveda’ dedi çoğu kişi.
Derken bekledim o son anı korku ile gözyaşı ile. Neden bilinmez insanoğlu için sanki mezara konana kadar bir umut varmış gibi bir hal oluyor. Yıllarca kamp denen asude mekana geldi. Bir göz odasında dünyaya meydan okuyan bir hocanın istirahathanesinde rengarenk selvi ağaçları arasında, talebelerinin tesbihat sesini duyacağı bir konumda idi. O gidiyordu dillerde dualarla kalplerde ızdırap ile. ‘Sırların Adamı” gidiyordu. Ferid el Ensari’nin ifadesi ile;
O.. bir sırra malik, hiç kimseye sezdirmez!
O.. bir sırra aşina, bütün dünya o sırra muhtaç ve hasretle onu bekler. Ancak o, sırrı hiç kimseye sırrını açmaz.
O.. bir sır taşır kalbinde, takatinin fevkinde.. bu yüzden hiç durmadan ağlar.
O.. kutlu bir sırrın vârisi, bu sırrı ulu bir dağ yüklenseydi zirvesindeki kayalar şak şak olur dağılıverir, üzerinde durduğu direkleri haşyetten devrilir giderdi.
Evet.. herkes Hocaefendi’yi kendince bildiğini zanneder, kendi zaviyesinden onu duyar. Ancak kimse onun ne istediğini idrak edemez, Onun taşıdığı sırrı anlayamaz. Kim bilir belki de o, henüz zuhur edeceği anı bekleyen bir süvari.
Bir devir kapanmıştı. Bu bir veda idi. Atlastan cepkenli yiğit akıncının, son süvarinin artık gidişi idi. Süvari gelmiş ölü veya sönmüş ruhlara millet ruhunu üflemiş ve yine atına binip gitmişti. Yine onun ifadesi ile o gün şöyle idi:
Hazan esmiş, bütün bağlar bozulmuş,
Sararmış yapraklar, çiçekler solmuş,
Yiğit ölmüş, küheylânı yorulmuş,
Koca bir ifritle savaşıp gitmiş.
Bir yiğidi gömdüler şu karşı bayıra… Çoğumuzun inanmak istemediği, daha yapacak şeylerin olduğunu düşündüğü, hayallerinin gurbette değil anacığının ayakucunda ve büyük bir dirilişten sonra olacağını hayal ederken kader böyle tecelli etmişti. ‘Gurbette vefat etmek, gurbette gömülmek’ ifadesi artık bir şey ifade etmiyor giden için. Zaten dünya onun gurbeti değil mi! Yeryüzü mirasçılarının gurbeti mi olur!
Miras demişken birkaç gün sonra Hocamızın elbise cebinden çıkan ve çantasından çıkanlar onun ‘Hocaefendi’ olduğunu tekrar hatırlattı. Üstadın talebe kabul ettiklerine verdiği 2 para, kitapların telifini derneğe bağışlayıp yine geliri de bu şekilde bağışladığına dair vasiyeti, ömrü kitap olan hocamızın kitapları nerdeyse oraya bağışlaması, evleneceklere veya çocuk sahibi olanlara vermek için hediye ve kefen parası ile eskiden yazdığı ve zaten ödenen küçük borçların ödenme isteği.
Onun en çok söylediği ve dua yaptığı şiirinin o cümlesindeki gibi vefatı, batışı bir doğuş olacaktır.
“Ne olur hiç olmazsa gurubun tulû olsun”
İşte bu miras bile ‘Hocaefendi’ olduğunu ve geride kalanlara en büyük son dersi olsun.
Mekanı cennet olsun. Bu hazan mevsiminde hüzünlenen herkesin başı sağ olsun.