İKİNCİ ODA

İKİNCİ ODA

Süveyda BAHAR / Türkiye

Yatağına uzanmış, penceresinden sınırları çizilmiş gökyüzüne bakarken, birden meyvelerini dizdiği parmaklıklara takıldı gözü. Yağmurun ilmek ilmek süzüldüğü camların ardındaki parmaklıklar… Epey zamandır ara ara seyrettiği gökyüzüne sınırların tellerle çizildiğini yeni fark etmişti. Oysa ayrıntıları gören her zaman detayları fark eden bir yanı vardı. Demir parmaklıkların koyuya çalan kahverengi rengi tıpkı gözleri gibiydi. İnce ince süzülen yağmur tanelerinin cama her vuruşunda, içindeki söndürülmüş telaşlarına can suyu serpişini hissetti. Neşeli olduğunu söylerlerdi, her zaman muhakkak tatlı telaşları olan, tatlı telaşlarının arasına hiç olmayacak planlarını eken bir yanı vardı. Eskimiş yastığının kokusunu hissetti o an sevdiği lavanta kokusunu en derinlerine kadar çekti: Koku; istediğin yere, zamana, kişiye yolculuk etmekti şartları aşarak’’ diye düşündü. Bu göğe uzanan duvarları aşmanın zaten iki yolu vardı; koku ve hayaller. Her şeyi koklardı; yediği yemeği, giyeceği elbiseyi, sarıldığı arkadaşlarını, girdiği evleri… Ulaşılmayana kokularla yolculuk ederdi. Yastığının yanındaki başucu kitabına takıldı gözü, nasılda eski püskü görünüyordu. İsmi okunmayacak kadar yıpranmış cildine, yapraklarının sarıya çalan rengine, her bir boşluğu hürriyet imzalarıyla doldurulmuş, Sabahattin Ali kitabına baktı. Odasını dolduran rutubet kokusuna inat içine çekti kitabının sayfalarının kokusunu. Yalnız olmadığını hissetti o an. En yakın arkadaşı olmuştu. Çocukluğundan beri en yakın arkadaşları hep kitapları olmamış mıydı zaten?

Ayağının çarptığı demir dolabın üzerindeki melamin tabağın düşmesinin çıkardığı sesle irkildi. Çok uzun zamandır orda unuttuğu tabağı böyle hatırlamasına hayıflandı. Saatlerce düzenlediği kitaplığını, giysi dolabını nasıl da hiç usanmadan boşaltıp dizdiğini hatırladı.Boşa geçirilmiş hissinin ağırlığını hissetti. Bir şeylerin varlığını ancak elinden gidince anlayanlar listesinde Zeynep’in karşısına bir tik attı.

Kısacık kestirdiği saçlarının ensesinde bıraktığı o rahatsızlık hissiyle doğruldu; kemikleri çıkmış ufak tefek bedenine, üzerinden çıkarmadığı çiçek desenli pijamasına baktı. İnce ince işlenmiş renkleriyle bahar cümbüşünü hatırlatan pijamasını çok severdi. Şimdi üst üste vurulmuş badanası dökülmüş yerlerinden her bir katmanının rengini ortaya çıkaran,  yazılarla doldurulmuş duvarların arasında artık pijamasının öyle anımsatmadığı fark etti. Günlerdir uyumaktan ağrıyan başının ağırlığı, göz kapaklarına direnmenin yorgunluğuyla kalksam diye düşündü ancak yine bir yenilgiye kucak açarcasına ortası çukurlaşmış yatağının kollarına kendini yeniden bıraktı.

Kapanan gözlerine, alt ranzadaki Ayşe’nin hırıltılı dönüşlerine, demir kapılardan gelen ağır kilit seslerine, gün boyu devam eden uğultululara, bir camın sevgi için oluşturduğu engellere hepsine alışmıştı aslında. Alışamadığı sadece yan odadaki Akif’in avludaki ayak sesleriyle son odadaki Esra’nın ilk heceleriydi. Onlar, zemherinin ortasındaki gelincik çiçekleri gibilerdi.

Kafasını yeniden, kâğıttan perdesinin ardındaki; berraklığıyla en cazip düşlerin davetçisi maviye çevirdi. Süzülen kuşlara takıldı gözleri, bir de onlar vardı alışıp sindiremediği. Diline pelesenk olmuş dizeleri mırıldandı sessizce:

“Birde kuşlar var hâkim bey, her şeyin başı onlar. Onlar özgürlüğü koyuyor insanın kafasına…’’

KISMET

4 Kasım 2021

GİDİŞAT

4 Kasım 2021

Yorumlarınız

  1. Bir şarkıda geçen “Kuşlar sizin kadar hür olmaktı hayalim…” dizeleri ile
    hikayenizi okumuşluğumu hissediyorum.
    Sahi kokuları hatırlamak da yazmanın üzerinde etkiliydi değil mi?
    Kaleminize sağlık…

    Cevapla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir