Description
İfritten bir zaman diliminin tam ortasındayız. Asırlar boyunca nice imparatorluklar yıkıldı, nice medeniyetler doğdu; İslâm ümmeti de sayısız imtihanlardan geçti. 19. ve 20. yüzyıllar, ümmetin garipliğinin ve yorgunluğunun en derinden hissedildiği dönemlerdi. 21. yüzyılın başında bahar esintileri hissedilirken, ufukta kardeşliğin, adaletin ve ilmin yeniden yeşereceği günlerin yakın olduğu düşünülürken, birden karanlık bulutlar çöktü.
Daha düne kadar “hakkı ve sabrı tavsiye” eden diller, bugün iftiraların en ağırını atan diller hâline geldi. Hakikat, kara propagandanın enkazı altında boğuldu. El-Kâide, Boko Haram, IŞİD gibi örgütler, İslâm’ın asırlardır biriktirdiği itibarını ayaklar altına aldı. Patlayan bombalar, toplu infazlar, kadın ve çocukların köleleştirilmesi… En kutsal kavramlarımız -cihat, şehadet, ümmet, adalet- çıkar hesaplarının ve sapkın ideolojilerin basit bir aracı hâline getirildi.
Bu manzaranın gölgesinde Türkiye’de başka bir trajedi yaşandı. Halkın “dindar ama adil” lider arayışı, siyasal İslâmcı kadroların elinde büyük bir istismara dönüştü. 2013 sonrası, özellikle 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının ardından, iktidar eliyle yürütülen sistematik bir tasfiye ve yok etme süreci başlatıldı. Önce dershaneler hedef alındı; eğitimde fırsat eşitliği bahanesiyle, milyonlarca öğrencinin umudu olan kurumlar kapatıldı. Ardından medya organlarına el konuldu; gazeteciler, yazarlar ve akademisyenler “terörist” damgasıyla susturuldu.
15 Temmuz 2016 darbe girişimi, bu sürecin dönüm noktası oldu. Daha ilk saatlerde, olayın arkasındaki hakikate dair soru işaretleri giderilmeden yüzbinlerce insan fişlendi. Kanun Hükmünde Kararnameler ile 150 binden fazla kamu görevlisi bir gecede işinden atıldı; öğretmenler, hâkimler, savcılar, doktorlar mesleklerinden menedildi. Mallarına el konuldu, bankadaki birikimleri donduruldu. Sadece kendileri değil, eşleri, çocukları, hatta yaşlı anne-babaları bile cezalandırıldı.
Cezaevleri, kapasitesinin çok üzerinde tutuklularla dolduruldu. Hamile kadınlar, bebekleriyle birlikte demir parmaklıklar arkasına konuldu. Zorla kaybedilen insanlar günlerce işkence gördü; bazıları aylarca, hatta yıllarca ailelerine haber verilmeden tutuldu. İşkence iddiaları ve gözaltında ölüm vakaları uluslararası raporlara girdi.
Hizmet Hareketi, yıllarca eğitime, diyaloga, insani yardıma yaptığı katkılarla hem Türkiye’nin hem de dünyanın gözünde umut ışığı olmuşken, bir anda “hedef tahtası”na oturtuldu. Okullar, üniversiteler, yurtlar, hastaneler, dernekler, vakıflar kapatıldı. Gönüllülerin yıllarca dişinden tırnağından artırarak kurduğu müesseseler bir gecede yağmalandı. Medya eliyle yürütülen karalama kampanyaları, toplumun bir kesimini komşusunu, iş arkadaşını, akrabasını ihbar eden bir ruh hâline soktu.
Tarih bize şunu gösterir: Zulüm çoğu zaman gürültülü ve hoyrattır; ihanet ise sessiz ve sinsidir. Türkiye bu iki felaketi aynı anda yaşadı. Zulmün gürültülü çarkı, ihanetin sessiz bıçağıyla birleşince ortaya toplumun her kesimini yaralayan bir tufan çıktı.
Bu kitap, yalnızca yaşananların bir dökümü değil; aynı zamanda bir vicdan kaydıdır. Hedefimiz hem tarihe not düşmek hem de geleceğe ibret bırakmaktır. Unutulmasın ki zulmün en büyük gücü hafızasızlık, ihanetin en büyük silahı ise ders alınmamasıdır.
Bu sayfalar, hakikatin üstüne çekilen örtüyü kaldırmak, mazlumun sesini kayda geçirmek ve yarın bu karanlık günleri anlamak isteyenlere bir ışık tutmak için yazıldı. Belki de en önemlisi, bu metin şu hakikatin altını bir kez daha çizmektedir: Zulmün pençesi güçlü olabilir, fakat hakikatin nefesi ondan da güçlüdür.
Ey hak ve adalet sevdalısı,
Bu satırlar, yalnızca geçmişte olup bitenleri anlatmıyor. Burada okuyacapınız her kelime, hâlâ devam eden bir imtihanın, hâlâ süren bir çilenin aynasıdır. Bu kitap, tarihin raflarına kaldırılmak için değil; senin vicdanında yankı bulmak için yazıldı.
Unutmayın ki zulüm, sadece zalimin eliyle değil, seyircinin sessizliğiyle de büyür. Hakikat, onu dile getiren bir yürek bulamazsa ölür. Mazlumun gözyaşı, ona uzanacak bir el görmezse toprağa değil, kalplere gömülür.
Bugün sana düşen, bu hikâyeyi sadece okumak değil, anlamak; sadece anlamak değil, anlatmaktır. Sesini, sessiz bırakılmışların sesiyle birleştirmektir. Çünkü hakikatin en büyük zaferi, unutturulmasına izin vermemektir.
Sen hatırlarsan, yarın bu karanlık günler bir daha yaşanmaz.
Ömer Can Aslan
Yorumlar
Henüz inceleme yok.