Description
Hayatının otuz altı yılını devletin güvenliği alanında çalışarak geçirmiş bir kamu görevlisi olarak, kaosun hâkim olduğu, hukukun işlemediği, kendinizi anlatacak bir muhatabın olmadığı, algının tüm kanallarıyla üzerinize geldiği ve olabilecek en ağır suç ‘Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak’ ve ‘Hain’ damgası ile yaftalanıp ‘Hapis’, ‘cEZAevi’, ‘görüş’, gibi bünyeye hiç yakışmayan ve yapışmayan kavramlar, tanımlar arasında, öncesinde bu şoku atlatma, sonrasında hayatta kalma, daha sonra da belirsizlik ortamında ‘la taknetu’ direktifi uyarınca umuda sarılıp, daracık bir alanda kendini meşgul etme, tarihe not düşme, ‘Verba volant, scripta manent; ‘Söz uçar yazı kalır’ düsturu gereği zaman, olaylar, yer, ortam, yaşananlar, ruh hâli kapsamında kaleme alınan bu dizeler günlük takip edilen ‘yapılacaklar’ listesinin değişmez kalemi oldu.
Düzensiz düzenin içinde durumun, şartların ve uygulamaların kişilerin inisiyatifinde değiştiği Medrese-i Yusufiye’de sadece kaleme almanın yeterli olmayacağı tecrübeleri ile sabit, yırtılıp atılabileceği düşüncesiyle de her hafta gönderilen ‘ilkel’ iletişim aracına geri dönüş mektuplara birer ikişer iliştirilerek güvenceye alındılar.
Çünkü ortamın, yaşananların, sonun öngörülebilirliği olmadığını ilk misafirhanede bizimle kalan arkadaşlardan olan bir emniyet müdürünün kendi devre arkadaşlarınca sabahın saat dördünde tutuklanıp, nezarete atılıp, dört gün yüksek sesli algı müzikleri ve gayri kanunî, gayri insanî, gayri hukukî muamelelerden sonra, mahkemeye götürüldüğünü sonradan öğrendiği, kendi duygularının da idama götürüldüğünü düşünüp, psikolojisini de buna göre hazırladığını söylediğinde anladım. Sonrasında bunlara Sincan cezaevinde intihar ettirilen bir meslek mensubunun haberi de dahil oldu.
Filmlerde gösterilenle hiç alakası olmayan görüş odaları, şartları ve kısıtlamaları, içerdeki kişilerin farklı kişilik ve psikolojileri, kelimenin tam anlamıyla dört duvar arasına sıkışıp kalma ve ölümün provasını yaşama, özlem, hayal kırıklıkları, umut, değer verdiğin, önemsediklerinin dolayısıyla da önceliklerinin değiştiği bir ortamda her bir olay, an, söz, özdeğerlendirme bu şiirlere konu, his, esin, kaynağı oldu.
Şiir belki de meslek ile bağdaştırdığım disiplinin de tezahürü gibi ve bir tür deşarj olduğundan, öncesinde de yazdığım ve içeride sayılı faaliyetlerden birisi olduğundan rutinin vazgeçilmezi oldu.
Şiir bana göre; dilin estetik, duygusal ve anlam katmanlarıyla en yoğun ve özgün biçimde kullanılmasıyla ortaya çıkan, sözcüklerin anlamlarının ötesine geçerek ritim, kafiye -ki genelde zengin kafiye kullanmaya gayret ederim- imgeler ve semboller aracılığıyla bir duygu, düşünce ya da hayalin manzum ifadesi -şiirlerimin çoğunu belli hece ölçüleri ile yazdım-, iç dünyam ile dış dünyanın etkilerini sanatın sınırları içinde birleştirme, hareketlerin bile kısıtlı olduğu ortamda düşünsel ya da duygusal bir yolculuğa çıkaran, zincir vurulamayan değerli bir düşünce tatbiki idi.
Kafalardaki deli sorulardan ‘Acep’, olmayanı arama çabalarından ‘Adalet’, yoğun duyguların boşalmasından ‘Ağlamak’, gün sonu havanın kararmasıyla çöken hüznün şiddetini artırmasından ‘Akşam Olunca’, müebbetlik hüküm giymişlerin eşlerinin tecrübe ettikleri ve duruşlarıyla ‘Anneler’, yaşanan iniş-çıkışları anlatan ‘Artık Yeter’ gibi her bir şiirin yaşanmış bir hikâyesi var. Tüm bu kaotik ortamda benim için şiir; her türlü istibdada karşı bir ‘başkaldırı’, her mahremin yerlere serildiği ortamda bir ‘sır saklama sanatı’, insanın yüreğinde başlayan ve diline sığmayan bir ‘fırtına’, ‘duyguların anadili’, zindanda ‘hayatın gizli ritmini yakalama çabası’ oldu.
Bu kitap vesilesiyle duygularımı sizlerle paylaşmaktan memnunum. İyi okumalar.
Efendi Kaplan
Yorumlar
Henüz inceleme yok.