İNSAN NEDİR? NOKTA NEDİR?

İNSAN NEDİR? NOKTA NEDİR?

RÛ (Faruk Arslan) / KANADA

“Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” (A’raf, 7/172) dedi Rabbimiz.

Nedir nokta? Her insan bir harftir. Her şeyin aslı noktadır. Noktanın seyranına halk denmiştir. Elif’in yatmasıyla be, bükülmesiyle dal, doğrulmasıyla lâm elif meydana gelmiştir. Elif aynı zamanda 1 rakamıdır. Kâinat, bu birin toplanması, çıkarılması, çarpılması ve bölünmesiyle idame edilir. İnsan noktadan başlar ve kelimetullaha eren bir varlık cevheridir. Başlangıçta insan bir hücreden ibaret iken evlenip çoğalarak toplum olmuştur.  Elif=insanın vücudu; lâm=aklı; mim=kendi kitabıdır. Rahmaniyetin temsilcisi olan Hz. Ali, “Ene noktat’ün taht-el be” (Be’nin altındaki noktayım.) demiştir. Allah, kendi zatında mevcut ilim hazinesini insana açtırır. Bu âlemi bir nüshaya benzetir. İlm-i ezelînin aşk sonsuzluğu, kudretinin genişliği, Cenab-ı Hakk’ın ilminin sonsuzluğu yanında bu âlem, sanki küçük bir nüsha bir noktadır.

Elif’i oluşturan yedi noktanın dördü anasır, üçü mevalid-i selâsedir. Bu yedi noktayı dört ile çarparsan yirmi sekiz eder. Yirmi sekiz terfi ettirildiğinde iki yüz seksen eder ki, bu da bir insanın ana rahminde geçirdiği gelişim süresidir. Noktada ne uzunluk ne derinlik ne de genişlik vardır. Nokta şekilsizdir. Ne zaman harf haline gelirse, o zaman şekillenir. Harflerin de bir kısmı noktalı, bir kısmı noktasızdır. Noktasız olanlarına mutlak (serbest) harfler, noktalı olanlarına ise mukayyet (noktaya dayanan) harfler denir. O nokta öyle bir noktadır ki, cihanı kapsamıştır. Nokta insanın kafasıdır. Vücudu o noktanın uzayıp aldığı şeklidir. Nokta beyne de şamildir. İnsan beyni bütün özetlerin toplandığı en büyük bir cevherdir ve ruhun da saltanat yeridir. İnsan, ruhu ile insandır. Nokta zat-ı mutlaka işarettir. İnsan bir noktadır. Ölümsüz ruh bilinir aşk ile ve Tanrı var olur. İnsan evrenin esas manası zübde-i âlem olur.

Nokta nedir? Kalemin ucunun kâğıda değdiği yer yani bıraktığı izdir. Siyah noktadır. İnsan da başı itibarıyla nokta gibidir. Saç siyahtır. Bir noktaya benzetebiliriz. Kâbe’nin örtüsü de siyah. O da bir nokta olabilir. Toprak da siyah. O da bir nokta olabilir. Hocaların, hâkimlerin, avukatların giydikleri cübbe de siyah. Onlar da bir nokta olabilir. Başka bir siyah daha var. O, çok büyük bir siyah. Gece… Başka bir nokta daha var. Ona ne diyorlar? Nokta-yı süveyda… Nokta-yı süveyda, insan kalbinin ortasında bulunan kara bir noktadır. Mekke-i Mükerreme’deki Beytullah, insandaki o noktanın bir sembolüdür. Gönlün esrarıdır. Ego esiri olmazsa insan kibirden kurtulur ve halkta Hakk’ı, Hakk’ta ise halkı görür, aşklar merkez olur.

Seyr-i Sülûk üç çeşittir. Birincisi cisimle olur. Cisimle oluşta suret kaybolur siret (bir kişinin içi, hâli) gelir. İkincisi, kalp ile olur ki, gönlün muhabbetle dolması çabasıdır. Üçüncüsü ruhla olur. İnsan vücut şehrini görür, sadece ruh ve ruha ait olanları görür. Gerçekte sülûkun sonu yoktur. Sülûkla insanın gözüne bir sürme çekerler ki o, artık gerçeği görür ve başkasını görmez. Gönlü açılır, göğsü genişler, arş gibi olur. O zaman insan bütün eşyada tecelliyi görür, gizliler aşikâr olur. Bütün eşyada bir gerçek bulunduğu, ondan gayri zerre bulunmadığı anlaşılır. Yani bütün uzantılar da asıl gözükür. Gökten yağanla, yerden akanın o asıldan olduğunu, ilahî hikmet denen sırrın ekilirse biçileceği öğrenilir. Kendi vücudunun, aklının ve ruhunun ne olduğu sezilir. Böylece yakınlık ama mutlak yakınlık, “Şah damarından daha yakınım.” (Kaf Suresi, 6) buyruğundakinden ileri yakınlık makamı bulunur. İki cihanın da sultanı olunur. O zaman ne sultan kalır ne iki cihan… Başlangıç O’ndandır, dönüş O’nadır.

Tasavvufta irfan şuuruna göre vahdet-i vücut nazariyesine göre varlığın varlığa gelişi mutlak yoktan değildir. İlahî isimler ve sıfatlar vasıtasıyla bizzat ilahî varlığın kendisindendir. Nasıl geliş ilahî varlıktansa dönüş de O’nadır. İbni Arabî şöyle der: “O hâlde her iş O’ndandır… Her iş O’ndan başladığı gibi O’na döner.” Demek ki İbni Arabî’ye göre oluş, asla mutlak manada yok olmayı ifade etmez.

Allah’ın vücudunun ilk kuvve halindeki Tek’lik ve bilkuvve halindeki çokluğundan bilfiil çokluğa geçmesi ve çoğul olarak sayısızca, sınırsızca ve sonsuzca tecellisidir ve O’nun taşması (el-Feyzel Mukaddes) ile oluş daima varlık ve varlıklar sahasında bir ontolojik çeşitlenme ve başkalaşmadır. Yokluktan var eden Allah, görünür hale gelmiştir. Tüm varlıkların tümü Tanrıdır. Tüm görünenler Tanrısal yansımalardır. Madde ve mana, kamu alem birdir. Evren bir varlık yığını değil, devamlı oluşan, devamlı değişen bir olaylar sistemidir. Tekerrür etmeyen bir tecellidir. Hiçbir şey aynı biçimde tekrarlanmaz.

İbni Arabî’ye göre bu hakikat şudur: Âlem her an yeni bir tecelli ile var olmaktadır. Eğer tecelli bir an kesilse âlemin varlığından eser kalmaz. Tecellide ise tekrarlanma yoktur. Her tecelli eski varlığı giderir ve yeni bir varlık getirir. Tecellinin her varlığı gidermesi onun gidişi anında varlığın yok olması, yeni bir varlığın yaratılması da başka bir tecellinin onu meydana getirmesidir ve eşyanın yok olması anı, onun var olması anının aynıdır. Mademki âlemin vücudu sürekli değildir. Çünkü âlem, cevheriyle ârazıyla daima değişmektedir. Her değişen şeyin taayyünü yani, görünüşü de her an başka başka olur. Binaenaleyh, âlem hadistir…

Âlem, ancak gerçek varlığın sıfatları olarak mevcuttur. Çünkü âlem denilen varlık, Allah’tan gelen tecelli ile doğan âyan-ı sabite suretlerinde O’nun belirmesinden ibarettir. Allah ise bu âyan-ı sabitenin hakikatleri ve ezelî bilgideki durumlarına göre çeşitli suretlerde görülür ve düşünülür. İlmin maluma, yani bilginin bilinmiş olan şeye bağlı olmasının sebebi de budur.

ÇÖP TORBASI

24 Mayıs 2023

GÜNDOĞUSUNA AKAN NEHİR

24 Mayıs 2023

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir