Description
Bir topluluğun mahiyetinde değişim başlamışsa içinde olanların arzu ve ihtiyaçları her zaman onların istediği şekilde karşılık bulamayabilir. Eğer grubun üyeleri artık orada kendi ihtiyaçlarının giderilmediği zannına kapılmaya başlamışlarsa, farkında olmadan bir yol ayrımına gelinmiş demektir. Böyle bir çıkmazda ise zorunlu ayrılıklar ve geri durmalar başlar. Buhran ise tam da böyle bir sürecin adıdır.
Bu evrede “korku” ve “direnç” şeklinde bir iç mücadele başlar hem topluluğun genelinde hem de fert planında. Şartların dayatması ile eşiğinde beklediğiniz medeniyetle olan ilişki biçiminiz ve eskiyi bırakmamaya yönelik gayretiniz. İşte bu ikilem kişiyi buhrandan buhrana doğru sürükler.
Tanpınar eserlerinde buna “zihniyet ikiliği” der. Bu ikiliği herkes göremese bile bu sürece maruz kalmış herkes derinden derine yaşar. İşte burada da karşımıza entelektüel ile normal arasındaki fark çıkar. Zira böyle süreçlerde o topluluğun aydınları derin acılar yaşar. Burada tartışılansa her şeye rağmen “devam ve bütünlük” mü yoksa “yeni başlangıç” mıdır? Ve gözlerinin önünde bu değişime bağlı buhranı ve sonrasındaki gelişmeleri izleyen duyarlı herkes bunu kendisine dert edinir. Bu buhran neredeyse her şeyi etkiler. Zira bu değişimin dayattığı buhran, kontrollü yapılamazsa kimlik bunalımlarına, çatışmalara, aile ilişkilerine, aidiyet sorgulamalarına ve kişisel ya da kitlesel kopuşlara doğru gider. Çünkü zihniyet kaymaları, zihniyet bölünmeleri sahibini mantıklı ve tutarlı davranış yapmaktan meneder.
Kişi bu süreçte adeta kendi olamaz. “kendi olamamak ya da kendi hayatını yaşayamamak” da zaten bir buhranın merkez üstüdür. O topluluk bir yandan savrulduğu yerlerdeki yeniliklere adapte olmaya çalışırken bir yandan da kendi “içi” ile amansız bir mücadeleye tutuşur. O mücadelede doğrular ve yanlışlar, fayda ve zararlarla kıyasıya bir mücadeleye girer. Bu aşamada kişinin neredeyse bir sürü şeyi yarım kalır, her şey için bir bahane kapısı aralanır. Bahane üretmek demek bir sorunun varlığını kabul etmektir ama o sorunun kaynağını kendinde değil başkalarında arama manasına gelir. Ayrıca bahane üreten kişi için söylenebilecek bir başka önemli şey ise artık onun gelişim gösteremeyeceği gerçeğidir. Zira bahane üretme, gelişime tek başına engeldir ve “üretkenlik” için tam bir zehirdir.
‘Kendisi olmayı’ başaramayanlar için buhran daha da belirgindir ve o süreci Ortega Gasset “birey zorunlu bir toplumsallığı yaşar” şeklinde tanımlar. Bu mecburiyet hali ise çoğu zaman bireyin kendine dönmesini, kendini tanımasını engeller. Bu gelgitlerle savrulan birey için artık kaçınılmaz sorgulamalar başlar. Kişinin “şahsı” ve “toplum” ile yaşadığı bu çatışma, onun “ikili yaşam sürdürmesini” zorunlu kılar. Burada devam eden bir hayat vardır, ama nasıl ve neye göre? Kişi, diğer insan ve yapılarla ‘uzlaşarak’ mı, yoksa onlara ‘mutlak itaat’ ederek mi devam edecektir hayatına? İşte bu temel soruların cevapları çoğu kez sahibini “yalnızlığa” sürükler. O yalnızlık evresindeyse hayatın gerçekliği ile yüzleşilir. Bu yüzleşme evresinde ise “ikili yaşam” zorunlu olarak ortaya çıkar. Eskiyi devam ettirme çabası ile yeniye adapte olma çıkmazının sürüklediği birey, derin hesaplaşmalar yaşar. Bu dönemde birey, bazen hem kendi topluluğu hem de içinde kendisini bulduğu yenidünya açısından bir “öteki” duygusuna kapılır. Öteki duygusu ise zamanla sahibini “iradesizleşme” kıyısına doğru sürükler. Bundan yegâne çıkış yoluysa kişinin kendi kimliğiyle barışmasıdır. Kendisini bulan, tanıyan ve kendisi gibi davranabilen fert ya da topluluklar bu evreyi kısa sürede atlatabilirler.
Yorumlar
Henüz inceleme yok.