Description
“Mektuplar, gidenle kalanın birlikte geçirdiği yılları irdeleyen, mektubu yazanın kendini sorguladığı, hatta tüm yaşamı analiz ettiği ve ulaşılan sonuçların paylaşıldığı en yalın dille yazılmış, samimi itirafları ve yaşam sentezini kapsayan yazın eserleridir.” (Kızlarıma Mektuplar – Emre Kongar)
Onlar hayatımızın akışını belki değiştirmiyor ve bizi birbirimize yaklaştırmıyor fiziki olarak ama karşılıklı olarak iki insan -hele bu baba-kız olunca ayrı bir duygu- arasında duygusal bir köprü oluşturarak sevgi ve gözyaşı uyandırıyor, yaşamaya daha sıkı tutulmalarının altyapılarını oluşturuyor bence.
Bu yaşımdan sonra hapishane ortamında hiçbir bedel ödemeden ulaştığım kitapların zevkini yaşıyor, okuduğum kitaplardan tuttuğum notları düzenleyerek mektuplar halinde zarif bir kitapta bir araya getirme amacım vardı. Her bir aile ferdine ayrı ayrı yazdığım bu mektuplar aslında bizleri de zinde tuttu.
Kazım Karabekir, ‘Birinci Dünya Savaşı Anıları’ eserinde, “Müterakki memleketlerde, üzerlerine büyük vazifeler almış bulunan insanlar iz bırakmadan göçüp gitmezler. Bildiklerini, yaptıklarını yazar, ortaya atarlar.” der. Ben de sizlere var olan kaderleri, kısmen kader sayılan olayları ve kısmetleri anlatıyorum bu mektuplarda.
Bir şeyleri atmak benim için zor olduğundan her şeyi saklamaya meyilliyim yazı konusunda. Günün getirdiklerine ve zamanımın yeterliliğine uygun olarak ekleyebildiğim notlarla birlikte yaşadığım hapishane günlerini gereğince değerlendirme isteği ile çevremde birikmiş kâğıtları elden geçirip arıtarak, mektuplara dönüştürerek muhataplarıma gönderiyordum. Ve “Onları belli bir güne kadar muhafaza edin, atmayın. Yüreğimizi huzur ve sevinçle dolduran en güzel belgeler ve bilgilerdir onlar. Gönderdiğiniz ve gönderdiğim duygu dolu mektuplar, sadece içten satırlar değil. Belki buradan çıkınca küçük bir kitap halinde sizi selamlayacak tekrar inşallah…” diyerek her yazıyı mektuplarıma iliştirerek gönderiyordum.
İnsan her zaman, kâğıda dökebildiğinden daha iyi bir kitap taşır kafasında. İçinde bulunduğumuz bu ‘yok etme sürecinde’ hiç olmazsa düşünsel alanda bir şeylerin gelecek kuşaklara kalması ne güzel olur. Stefan Zweig, “Yaşamda mektupların tuhaf bir rolü var. Severiz onları. Sonra onlar unutulur, yitirilir, fakat günün birinde yine anımsanırlar.” der. Biz yazıp tarihe not düşelim ki unutulmasınlar, torunlarımız okusun ve kim olduğumuzu öğrensin, ileride.
İnanıyorum ki bu tür yazılar, bu tür mektuplar gün gelecek insanların yüz yıl süreyle kendilerine örnek alacağı bir destan haline gelecek en berbatından en iyisine kadar tüm düşünürlerin. Bu zaviyeden bakınca el yazısının büyüsünü çok iyi biliyorum.
Sair zamanlarda okumak bile istemeyeceğim bazı satırları nasıl yazdığıma ben bile hayret ediyorum. Dillerin en güzeliyle anlatmaya çalıştığım mektuplar nihayet ellerinizin arasında. Gerçi birbirleriyle bağlantısız, doğaçlama cümleler doldu çoğu.
Öncelikle kızlarımdan mektupların yayınlanması konusunda gerekli izinleri aldım. Çünkü her mektup sahibi için bir miras gibidir. Kişiye miras yoluyla geçmiş olan herhangi bir şey her halükârda mutlaka ve mutlaka sahibinin elinde bulunmalıdır. Aslında bu onun malıdır.
Bu kitaptaki mektuplarda, Nazım Hikmet’in, “Bir kızı olmalı insanın, canını emanet ettiğin, elin, ayağın, gözün, kulağın, her şeyin… ‘Dünya bir yana, kızım bir yana’, diyebildiğin” şekliyle ifade ettiği duyguları bulacaksınız.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi, Üçüncü Lem’a için, “Bu Lema’ya bir derece his ve zevk karışmıştır. His ve zevkin coşkunlukları aklın düsturlarını, fikrin ölçülerini çok dinlemediğinden ve onlara uymadığından bu Lem’a mantık terazisiyle tartılmamalı.” der. Ben de aynı ifadeleri kızlarıma yazmış olduğum bu mektuplar için kullanıyorum.
Muhabbetle…
Süleyman Çetinoğlu
Yorumlar
Henüz inceleme yok.