Description
15 Temmuz 2016 gecesi, Tayyip ve avenelerinin -bir takım suç ve yolsuzluklarını ortaya çıkardığı gerekçesiyle- Gülen Hareketini bir darbe oyunuyla tuzağa düşürdüğü ve esasında Türkiye Cumhuriyeti’nin elli yılık geleceğini yakıp küle çevirdiği korkunç bir zaman dilimidir.
Daha ilk anından itibaren, gören gözler ve düşünen beyinler için tam bir saçmalıklar silsilesi olan 15 Temmuz askeri darbe teşebbüsü, sonradan ortaya çıkan görüntü, kayıt, belge, itirafçı ve tanıkların beyanlarından korkunç bir tuzak olduğu anlaşılacaktır. İşte bu teşebbüste bulunan -esasında tamamı tuzağa çekilmiş- askerler meydanları tutup, köprüleri kapattığında, bir devlet memuru olan ben, -internet aracılığıyla- tayin olduğum Eskişehir ilinde kiralık daire arıyordum.
Gece yirmi iki sularında telefonum acı acı çaldığında, bir yakınımın bundan sonraki hayatımda, o güne kadar aklıma gelmemiş korkunç bir olayı haber vereceğini bilemezdim tabi.
Bu korkunç olay, karanlık dehlizlerde, şeytanı kendine hayran bıraktıran şer adamların, hasta ruhlu şahısların hileyle elde ettikleri iktidar koltuklarını korumak, işledikleri pek çok ağır suça rağmen hükümetlerini devam ettirmek, yetkilerini arttırmak ve güçlerini büyütmek için benim ve benim gibi yüzbinlerin yaşamlarımı mahvetmek planıydı.
12 Ağustos 2016 tarihinde gözaltına alındım ve akabinde Bankasya da hesabım bulunduğu, birkaç genç memurla Kur’an sohbetleri yaptığım gerekçeleriyle tutuklanıp hapse konuldum.
Hapse girdiğimde otuz sekiz yaşındaydım ve bu yaşıma kadar bir kez olsun karakola dahi düşmemiş, bir trafik kuralı ihlalinde bulunmamış, herhangi bir şikâyet dilekçesinde ismim geçmemişti. Böylesine sicili temiz biri olarak yolsuzluk yapmış, kalpazanlık etmiş, casusluk ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini dış güçlerin ajanlarına para ve menfaat karşılığı satmış, yalancı, katil, pespaye kimselerin tuzağı ve iftirasıyla silahlı terör örgütüne üye olma ithamına maruz kaldım.
Olağanüstü Hal koşullarında, hapishanede çok zor günler geçirirken, Tayyip ve adamları durmuyor, her gün yeni yasaklarla kurdukları cendereyi çalıştırıyorlardı. Bir gün telefon hakkımız kısılıyor, bir gün açık ve kapalı görüş günlerimiz azalıyor, başka bir gün eğitim ve faaliyet haklarımız elimizden alınıyordu.
Askerin darbe teşebbüsü bahane edilerek yüzbinlerin yalnızca bir ay içerisinde toplanıp hapse konulması, Tayyip ve avenelerinin kinini azaltmaya yetmiyordu. Hiçbiri hukuksal bir sürecin eseri olmayan iddianamelere girmiş suçları: Kur’an okumak, dini sohbetler yapmak, zekât vermek, bağış ve infakta bulunmak, eğitim kurumları açmak ve açanlara destek olmak, kermes düzenlemek ve kermes parasıyla yoksulları doyurmak olan bizler için bizzat Tayyip, “Verin yetkiyi, bunların hepsini idam edeyim” diyebilmiş, bizzat en yakınımız olan kişilerin de içinde olduğu bir beyinsiz ve vicdansızlar güruhu bu yetkiyi Tayyip’e vermiştir. Neyse ki idam ederek bir seferde ve bir anda bizlerden kurtulmak siyasi amaçlarına uygun düşmedi. Bunun yerine kısıtlayarak, baskıyı artırarak, içerde nefessizlikten boğulmamız, pis ve küflü zindanlarda çürüyüp büyük acılar içinde yavaş yavaş ölmemiz daha çok işine geldi. Böylesine fena bir ölüm onun hasta ruhuna daha iyi gelecekti.
Kuşkusuz insana verilecek dünyadaki en ağır ceza hürriyetini elinden almaktır. Bizler yalnız hürriyetimizi yitirmiyor, çok katı bir muameleye ve amansız bir baskıya maruz kalıyorduk. Hapiste katillere, adi hırsızlara, istismarcılara, sübyancılara, mafya babalarına, uyuşturucu satıcılarına tanınmış haklar bizden esirgeniyordu.
Hapishane bir yönüyle de mahrumiyettir. Pek çok ihtiyaca ulaşmak mümkün değildir. Bir temiz döşek, bir yumuşak yastık, bir çatal ve kaşık, hijyenik bir lavabo, yerine göre sıcak ve yerine göre serin bir hava, temizlik için, içmek için yeterince su, yeterince gıda vesaire. Hasılı bedeni ihtiyaçların pek çoğundan ıraksın. Bir de ruhun, gönlün ihtiyaçları var. Dostlarla bir araya gelip sohbet ve muhabbet etmek bunlardandır.
Tayyip’in cenderesi olan hapishanede, aramızda yalnızca duvarlar bulunduğu halde arkadaşlarımızla hiçbir şekilde bir araya gelemiyor ve görüşemiyor olmaktan büyük bir ıstırap duyuyorduk.
Düşmanımız en hassas noktamızdan birinin bu olduğunu kavramıştı. En ağır salvolarını bu noktadan indiriyordu.
Polis nezarethanelerinde ve hapishanenin görüş odalarında dahi ister yakınlarımız ister avukatlarımızla olsun, hiçbir özel görüşme yapmamıza müsaade edilmiyordu. Şeytanın gözleri gibi kameralarını tepemize dikiyor, gardiyanlarını başımıza gözetmen bırakıyorlardı. Çok kısıtlı ve zor şartlarda görüştüğümüz yakınlarımızın kulağına bir şey fısıldamamızdan işkilleniyor, bir küçük not vermemiz dahi soruşturmalara konu ediliyordu.
Dışarıyla en küçük bir bilgi alışverişinde bulunmamız zaten mümkün değildi. Hapishane içinde, avludan avluya bir not, bir pusula atmamız, birbirimize moral verecek üç beş teselli sözcüğü etmemiz dahi kanunsuzluğun, zorbalığın ve zalimliğin kitabını yazmakta olan hükümet ve başındaki politikacıları müthiş rahatsız ediyordu. “Fetocular hapiste dahi iletişimlerini kesmiyor” türü gazete haberleri de yaptırarak çok zor, iptidai ve kısıtlı bir şeklide sürmekte olan iletişim ve haberleşmemiz önüne başka bariyerler koymanın bahanelerini üretiyorlardı. Nihayet yedi metre derinlikteki küçük havalandırmaların üzerini tellerle kapattılar.
Avludan avluya attığımız notlar ve küçük mektuplarımızın adreslerine ulaşması pek güç olmaya başladı. Tellerden geçirmek pek güçtü ve onda biri ancak yerine ulaşıyordu. Delikli tellere çarpıp başka yanlara gidiyor, jiletli tellere takılıyor, bazıları da çatılara düşüp kalıyordu. Zaman zaman temizliğe çıkan gardiyanlar bu notları toplayıp -müellifini saptadıklarını- cezaevi idaresine, idare de gerek görürse savcılara teslim ediyordu.
Hiçbir suç unsuru taşımadığı halde ve yalnızca motivasyon sağladığı, moral verdiği gerekçesiyle pek çok arkadaşımızın mektup ve notlarından ötürü soruşturmalar geçirdiği, cezalar aldığı bir vakıadır.
Bizlerden birinin, ötekine destek ve moral olabilecek sözler ihtiva eden mektup/mektuplar yazması büyük bir olaydı. Hiçbir şekilde müsamaha gösterilmiyordu. Mektuplarımızda kapalı bir ifade, bir metafor ve alegorik kavramın bulunmaması gerekiyordu. Mektup okuma birimindeki herhangi bir gardiyan aklınca sakıncalı bir sözcük ve ifade bulursa hiç acımadan o mektubu imha ediyordu. Zaten pek çoğu cahil, aklı gözünde olan bu memurlar bizlerin yazdıklarını anlama bilgi ve yeteneğinden ıraktı. Buna rağmen kanuni hakkımız olan mektuplarımızın selameti onlara teslimdi. Bu şekilde birer edebi metin, tarihi vesika olan pek çok mektup hunharca yok ediliyor ya da soruşturma dosyalarının konusu yapılıyordu.
Bunu bildiğimiz için bizlere bir soluk aldıran mektupları yazarken her kelime, her terkip, her metafor, her mecaz, yorum ve tahlil üzerine kılı kırk yarar bir hassasiyetle değerlendirip, kırk düşünüp bir kâğıda geçiriyorduk.
Tayyip’in cenderesinden, hepimiz değilsek de büyük çoğunluğumuz, -hamdolsun- sağlam çıkmayı başardı. Bu başta imanımız sonra da sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen hakiki akraba ve dostlarımızın verdiği destek ve moral sayesinde oldu. Mektuplar bu desteğin vasıtası ve vesikalarıdır. Bu bakımdan çok kıymetlidirler.
Tayyip ve barbar taraftarlarının bize ettiğinin yazılı belgeleri olan bu mektupların bir kısmı dışarıda olup, hükümetin ve aklını makarnaya sos yapıp yemiş, vicdanı çürük dincilerin baskılarına maruz kalmış yakınlarımın, bir kısmı benimle hapishane arkadaşlarımın, bir kısmı da diğer şehir hapishanelerinin tutsağı dostlarımındır.
Tarihte eşine çok az rastlanacak ve dehşetli bir sürecin pek mühim belgelerinden sayılan bu mektupların bir kısmını tarihe kayıt düşmek adına derledim, toparladım.
Bu zindan mektuplarını ibret, hayret ve içiniz kıyılarak okuyacağınızı sanıyorum.
Metin Yazar
Yorumlar
Henüz inceleme yok.