SÜLEYMAN ÇETİNOĞLU
Öznesi yaralı şiirim! Yine geldi çattı yirmi dördü Kasımın.
Hakkı kaldı üzerimde uyunamamış uykuların ve yasımın.
Arasına alıyoruz ellerimizin, gönlümüzü bir de ünlümüzü;
Ruhuna sızmaya çalıştığımız şehrinde hasımın, hısımın.
Seçenekleri kalmazmış kaybedecek şeyleri olmayanların,
Akut bir tırmanış yaşamasıyla o yürüyenlerin, yayanların.
Dilsiz kesilen ey dünya! Ne İsa’ya yarandı ne de Musa’ya
Megabaytlar dolusu çok yüzlü, yaratıcı yalan yayanların.
Gün yirmi dört Kasım, ıslak kirpikler! Kasımın son haftası.
Düşman kesildi okumuş kadına ham yobazı, kaba softası.
Anne karnındaki bebekten intikam; boyunda hain yaftası.
Kutlu mu olsun günümüz? Islandı Anadolu’nun her paftası.
Ne dut kaldı geride bugün, o günlerden beri ne de hudut.
Dumura uğramış utanma hissi, her biriniz Ashab-ı Uhdud.
Debelenirken yolsuzluk bataklığında siz endişeli endişeli,
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler zaman aşar boyut.
Belleklerde benzersiz bir tat bırakarak o endişeli dünyaya
Irgat getirip Ortadoğu’dan, filozoflar yolluyoruz Avrupa’ya.
İkiyüzlülüğe ve hırsızlığa Elhamdülillah denilen yer ülkem;
Yıllar geçer bu iki sarkaç arasında gider gelir yaya, uzaya.
Terbiye sınırları içinde kalmak ne zormuş mavi kelebekler!
Nafiz Çamlıbel: “Sahil seni, rüzgâr seni, akşam seni bekler.”
Bir yerlere götürüyor tarih bizi; ya bir linçe ya da bir bilince.
Ezan, ozan, hazan ve can sesleri, geniş bir çuval, dibekler.
Ümüklerimize oturan nice psikolojik dalgalanmaları gördü
Tezgâhta kalan mısırlar. Âhta kalmış mısralar ur, tümördü.
Bekliyor her gece insanlar elleri böğürlerinde o gün bugün;
Kanayan vicdanların ülkesi! Bugün Kasımın o yirmi dördü.