KÜL OLAN HATIRALAR

KÜL OLAN HATIRALAR

Can BORNOVA

Baş ucumdan hiç ayırmak istemediğim bazı kitaplarım vardı; hayatıma yön veren, yolumu aydınlatan, beynimin yapı taşlarını oluşturan ve aynı zamanda da zevk kaynağı… Elime alıp, sevdiğim bölümlerini sık sık okurdum ama okumadığım zamanlarda bile kitaplığımda, hep gözümün önünde durmalarını isterdim. Ezberlemek kastıyla olmasa bile bazı pasajlarını çok okumaktan dolayı ezberime almıştım. Kahramanları ve yazarlarıyla dostluklar kurmuş, mutluluklarıyla sevinmiş, endişeleriyle kaygılanır olmuştum. Raflardaki varlıkları bile beni heyecanlandırmaya yeterdi, birini eksik gördüğümdeyse telâşlanırdım.

Defterlerim de vardı; kendi yazılarım ve sevdiğim yazarlara ait kitaplardan aldığım notlardan oluşan. Yıllarca sakladığım, sergüzeşt-i ömrümün kilometre taşlarına ışık tutan. Ayrıca arkadaşlarımla çekilmiş fotoğraflarım…Okulda, iş yerinde, tatilde, düğünde vs. Bir ömre tanıklık eden hatıralar, anılar…

Şimdi hiçbiri kalmadı artık. Bazılarını yakmaya çalıştım, bazılarını da ince ince yırttım. Daha sonra önce çamaşır suyuna bastım, sonra da bir poşetin içerisine koyup çamaşır makinasında yıkadım. Sadece kitapları, fotoğrafları değil; evimizdeki bilgisayarları, hafıza kartlarını, cd’leri çekiçlerle, penselerle küçük küçük parçalara ayırdım önce, daha sonra tuz ruhunun içinde beklettim. Ve en sonunda, bir gece yarısı kimselere görünmeden arabaya koyup hepsini, evimizden çok uzaklarda, güvenlik kameralarının görmediğini düşündüğüm çöp konteynırlarına parça parça attım.

Bu yaptıklarım yetmedi, evimi de değiştirdim bir kaç ay içerisinde üç beş kez. Ev değiştirmek denince kolay bir şey zannetmeyin. Almanlar boşuna “Taşınmak yarı ölümdür.” dememişler. Taşınmanın kendisi bile başlı başına meşakkatli bir işken, kontratı, elektrik, su ve doğalgaz faturalarını kendi üzerinize almadan ev bulmak daha da zor bir iştir. Sizin adınıza bunları yapabilecek birisini bulabilir miyim diye zihninizi tararsınız bir yandan, bir yandan da kimseyi tehlikeye atmak istemezsiniz. Teklif edecek birisi gelir belki aklınıza ve zar zor da olsa cesaretinizi toplarsınız söylemek için ama muhatabınızdaki en ufak bir isteksizliği ve korkuyu fark eder, vazgeçersiniz. Her korku aynı değildir şüphesiz. Gerçi herkes kendi adına da korkabilir. Şairimizin dediği gibi ‘Ne ölümden korkmak ayıp ne de düşünmek ölümü.’ Fakat kendi hesabına hissedilen bu korku; sizi kullanarak başkalarına zarar vermelerinden duyulan korku ile asla aynı değildir.

Kalabilecek bir yer bulamaz ve son çare; şehirler arası yolculuğun, yoldaki polis çevirmelerinin riskini göze alarak başka şehirdeki yakın zannettiğiniz, samimi gördüğünüz bir tanıdığınızın yanına gidersiniz. Bin bir endişeyle ulaştığınız adreste sopsoğuk bir misafirperverlikle karşılaşırsınız. Üstüne bir de küstahlıkla yol yordam öğretmeye çalışır ev sahibi, kendi ayıbını gizleyebilmek için. Sonra da yüzünüze dahi bakmadan, yatacak bir yer dahi göstermeden kalkıp odasına gider “çekip gidin” dercesine. Siz bu vefasız, saygısız ve anlayışsız tavra dayanamayıp aldanmanın verdiği hayal kırıklığı ile tüm tehlikeleri göze alarak aynı gün içerisinde gerisin geriye tekrar yollara düşersiniz. Arabada ağlayan gözü yaşlı eşiniz ve öz kardeşinizle birlikte, bir kez daha sığınacak bir liman bulamamış olarak…

Ev bulunca da bitmez sıkıntılar. Geceleri sabahlara dek endişeyle geçen, daha doğrusu geçmek bilmeyen zamanlar var tabii bir de. Sevdiklerinizi korumaya gücünüz yetmez korkusuyla; aylarca o evde eşinizle birlikte geçirilen telefonsuz, insanlardan habersiz, bir yönüyle iradi mahkumiyet. Komşumuz dediğimiz insanlara dahi güvenememe, ihbar ederler korkusuyla herkesten çekinme, dışarıdan gelen her siren sesinde ve yanıp söndüğü görülen her mavi ışıkta pencereye koşup, perdelerin arkasına saklanarak çaktırmadan dışarıyı gözetleme… Bu durumun psikolojinizde oluşturduğu travmalar. Her an polis gelip alabilir tedirginliğiyle yıpranan sinirler, görülen halüsinasyonlar, başlayan obsesyonlar… Hele bir de bu travmaları en yakınınızdaki insanlar da yaşıyorsa ve sizin elinizden onları rahatlatabilecek hiçbir şey gelmiyorsa… Diğer yandan hasta olduğunda doktora gitme olanağının dahi kalmaması, eskiden kalan veya dostlardan bulabildiğin ilaçlarla iktifa etmeye çabalama… Aynı zamanda işinizden de atıldığınız için, tek mal varlığınız olan arabanızın satışından elinize geçen para ile idare etmeye çalışarak, ne kadar süre daha işsiz kalacağınız belli olmadığından, gelecek endişesiyle birlikte aynı durumda olan ve ellerinde hiçbir birikimi kalmayan arkadaşlarınızı da unutmayarak minimal düzeyde bir yaşantıyla geçirilmeye çabalanan aylar, yıllar…

Delilik gibi görünebilir bu anlattıklarım size, ama değil. Tüm bunlar; kendime, sevdiklerime ve benim elimle sevdiğim insanlara zarar verilmesine engel olma mücadelesiydi. Devir öyle zalim bir devirdi ki; insanlar sorgusuz sualsiz evlerinden alınıyor, evleri köşe bucak aranıyor, kitaplardan ve bilgisayarlardan sakıncalı damgası vurulabilecek kelimeler cımbızla çekiliyor, bulunamazsa iftira atmak amacıyla polis tarafından eklenebiliyor, ortak fotoğraflardan yola çıkarak masum insanlar uydurma bir suç örgütüne üye olmakla itham edilebiliyor, bazı kitaplarınsa bizzat kendileri müellifinden dolayı sakıncalı bulunuyordu. İşte tüm bunlar; işinizden ihraç edilmenize, başka bir iş bulmanızın da engellenmesine, hatta düşünülerek tasarlanarak aç bırakılmanıza, dahası hapse atılmanıza ve orada işkence görmenize, işkencelerle imzalatılmaya çalışılan tutanaklarla masum insanların vebaline girmeye zorlanmanıza, belki de işkencelerle hayatınızı kaybetmenize delil ve sebep olarak yeterli kabul ediliyordu. Cinnet geçirdiğimi düşünerek, anlattıklarımın doğruluğuna inanmakta zorluk çekebilirsiniz. Fakat bu anlattıklarımı teyit edebilecek, benzer şeyler yaşayan yüzbinlerce insan var ülkemde. En az 80 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da şahit olmuştur bu anlattıklarıma ama seslerini çıkarmazlar, görmezden gelirler. Hatta bizleri bizzat ihbar etmişlerdir bazıları veya yüzümüze kapıları çarpmışlardır. Bazılarıysa bizzat işkence etmişlerdir onların, fakat sorsanız da inkâr ederler…

Tüm bunlar başımıza neden geldi? Bu yaşımıza kadar en ufak bir sabıka kaydı bile bulunmayan bizlere neden terörist damgası vuruldu? Çünkü, sadece kendimiz için değil, tüm herkes için; adaletin, özgürlüğün, eşitliğin olduğu, demokrasi ve hukukun işlediği bir ülke talep ediyorduk. Yaptığımız işlerimizi kanunlar çerçevesinde yapıyorduk. Ürettiğimizi ve kazandığımızı yalnızca ülkemizdeki değil tüm dünyadaki ihtiyaç sahipleri ile paylaşmaya çabalıyorduk. Tabi ki bu durum, bencillerin, yolsuzluk yapanların, hırsızların, hasılı kirlenmişlerin hoşuna gitmedi. Her suçlu iktidar gibi kanunları kendi lehlerine suistimal etme yolunu seçtiler ve kendi pisliklerinin utancından kurtulabilmek için çevrelerinde kire bulaşmış insanlar görmeyi arzuladılar. Ve bu arzuyla belki tutar diyerek bu tertemiz insanlara çamur atmaya çalıştılar. Böylece, kendilerine destek vermeyen, işledikleri suçlara engel olmak isteyen düzgün vatandaşları terörist ilan ederek onlardan kurtulmak istediler. Çünkü hiçbir suça bulaşmamış, haksızlığa muhalif, kimi öğretmen, kimi gazeteci, kimi memur kimi ev hanımı, kimi de öğrenci vb olan bu insanlardan başka türlü kurtulmaları mümkün değildi ve iktidar sahipleri kıskacı daralttıkça daralttı, nefes alabileceğimiz bir ortam dahi bırakmadı bizlere.

İşte bizler, bugün buraya, gurbete, en şerefli mahluk olarak yaratılan ve Allah’ın yüce isimlerinin tecellilerine ayinedarlık yapmak gibi ulvî bir vazifeyle serfiraz kılınan insana ve insanlık onuruna yakışır bir hayat yaşamaya ve onurlu bir hayatın herkes için mümkün olabilmesi adına gerekli mücadeleyi verebilmeye, üretmeye ve ürettiğimiz değerleri tüm insanlıkla paylaşabilmeye devam edebilmek amacıyla geldik. Adaletin, özgürlüğün, eşitliğin olmadığı bir dünyada zillet içinde yaşamaktansa, yapılan zulümlere göz yumup zalimlerin zulmüne ortak olmaktansa, tüm hayatımızı, sevdiklerimizi, hatıralarımızı, doğup büyüdüğümüz toprakları, işimizi ve tüm birikimimizi bir bedel olarak geride bırakarak, fakat dünya üzerindeki mazlumları ve mağdurları asla unutmayarak, esma-i hüsnanın tecellilerinden ibaret olan evrensel değerlerin hayata hakim kılınması ve bu güzelliklere engel olmak isteyen diktatörlerin zulmünün sonlanması için, eğer kabul ederseniz; sizlerle birlikte insanlık mücadelemize daha da güçlü bir şekilde devam edebilmek amacıyla geldik. Bu yola çıkarken ölümü göze alarak çıktık ve maalesef bir çok arkadaşımız zindanlarda işkence altında hayatını kaybetti yahut sakat kaldı. Kadın, erkek bir çok arkadaşımıza ve günahsız yavrucaklara da, ibtidai botlarla geçmeye çalıştığımız Meriç nehrinin ve Ege denizinin azgın suları mezar oldu. Bizler; kendi öz kardeşleri tarafından öz yurtlarından çıkmaya mecbur bırakılmış ve ömrünün sonuna kadar doğru yoldan ayrılmamaya azmetmiş bir avuç inançlı insanız. Gittiğimiz ülkelerde bizlere kapılarını açan, güzel bir ev sahipliği yapan tüm insanlara verdikleri destekten dolayı en kalbi teşekkürlerimizi sunarız.

KÂBE HİKÂYELERİ YA DA BİZİM HİKAYEMİZ

20 Nisan 2022

BİR BAŞKADIR BİZDE RAMAZAN

20 Nisan 2022

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir