KIRILAN FAY: AHLAK

KIRILAN FAY: AHLAK

ADİL EMİR / ALMANYA

6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli deprem bize bir şey gösterdi; arkadaşlarımız adına sevindirici olan taraf da bu benim adıma. O da düne kadar ülke insanına kızan, öfke duyan, alenen sosyal medya üzerinden onlara beddua edenlerin bile kalplerinde yeniden bir yumuşama oldu, ortaya çıkan manzara karşısında. Aslen ismi Rahim, ismi Vedud ve ismi Hâkim’e mazhar olması gereken zümrenin kalp balansı yeniden ayarlandı böylece. En şedit şekilde tepki gösterenlerin bile canla başla göçük altındakilere yardım etmeye çalıştıklarını, adeta kendilerini parçaladıklarını bu süreçte kalplerinde izni ilahi ile manevi bir cerrahi operasyon da geçirdiklerini görmek sevindiriciydi arkadaşlarımız adına.

Deprem sürecini, medyada denk geldiğim haberler perspektifinden sizinle paylaşmak istiyorum:

Birincisi devletin o kadar da güçlü olmadığı, organizasyonlarının neredeyse sıfır olduğunu gösterdi bize bu son olay. Millet depreme müdahale edecek işi bilen asker beklerken, onlar kalktılar 2500 imam gönderdiler deprem mahalline. Göçük altındakileri çıkarmak için uğraşmak yerine sela okuttular millete. Binali’nin Kızılay’ı haline gelen kurum 3 gündür ortada yok. Ne çadır kurabildiler ne yemek dağıttılar ne de ilk yetmiş iki saatte yapılması gerekenleri yaptılar. Çünkü Kızılay’ın başındaki kişi “Kakistokrasi” ürünü bir yandaştı. Aynen öyle de AFAD da ortalarda yoktu. Çünkü AFAD yönetiminin başında ilahiyatçı olan Palakoğlu diye biri vardı. Eski başkanı ise Tanzanya Büyükelçiliği’ne atamışlardı. İşi ellerine yüzlerine bulaştırınca apar topar Tanzanya büyükelçisi Dr. Mehmet Güllüoğlu’nu depremle ilgili çalışmalarda görev alması için Dışişleri Bakanlığı acil koduyla Türkiye’ye çağırdılar.  Bütün bu rezillikleri duyulmasın diye de internetin fişini çektiler! Hem de hayatta kalanlara ulaşmanın en hayati olduğu dönemde. Elon Musk’ın deprem sonrası Türkiye’ye teklif ettiği Starlink uydu internetini kabul etmediği gibi mevcut ağır aksak işleyen sistemi de kapattılar.

“Benim Vatandaşım(!)” diye konuşup duruyorlar. Aslında halkın, onların gözlerinde böcek kadar kıymetleri yok. Vatandaşa bakışlarının ne olduğu ortadayken bu dönemde enkaz altında kalan yaklaşık iki yüz bin kişiden kendi imajlarının daha önemli olduğunu net bir şekilde gördüğüm için şaşırmış da değilim bu yaptıklarına.

İnsanlar canlı canlı mezara koydular yakınlarını. Ulaşabildiklerini de varsa kendi imkânlarıyla çıkardılar. Maraş, eşimin memleketi. Maraş merkezde göçük altında akrabalarından onlarca insan kaldı. Daha dün bir binanın enkazından 16 yakınını defnetti aile. Kayınpederim ilk gün enkazın başına gitmiş. Çocuklar bağırıyorlarmış enkaz altında. “Emmi! Su ver.” diye. Ne gelen olmuş ne de giden. Ne bir çadır, bir yiyecek veren varmış. Gece basınca korku filmi gibiymiş bütün sokaklar. Bir de soğuk, mecburen geri dönmüşler. İkinci gün akşamı aradığında, “Ses gelmedi bugün çocuklardan.” diye ağlıyordu telefonda koskoca adam sarsıla sarsıla.  Kendileri kefenlediler ve kendileri defnettiler yakınlarını yine aynen bütün Maraş ahalisi gibi.  Ne depremden kurtulanlara el uzattılar ne de göçük altında kalanlara yardım ettiler. Milleti açlık ve yokluğa mahkûm edip, sevdiklerinin çığlıklarını dinlete dinlete hem enkaz altındakileri hem de dışarda can havli ile sağa sola koşturup yardım etmeye çalışanları öldürdüler.

Önce fay hatları üzerine ruhsat verdiler, sonra ise müsriflikleri neticesinde açık veren bütçeyi kapatmak için, yani para için çıkardıkları imar affıyla çürük binaları koca koca kabirlere çevirdiler. Deprem sonrası askere izin vermediler, madencilerin önünü açmadılar, iş makinası tedariki yapmadılar, kurtulan halka bile gerekli desteği sağlamadılar, yardım edenlere de imajımız zedelenmesin diye engel oldular. Mesela, HDP yardımlarını geri çevirdiler. Yardım konvoyundaki İzmir Valiliği yazısını kaldırıp AK PARTİ yazısı bile astılar. Böyle bir felakette insanlar canlarıyla uğraşırken, Valiliğin yardımına çöküp siyaset yaptılar. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin yardım teklifini bile geri çevirmişler. Adamlar açıklama yaptı: “Türkiye’ye arama kurtarma ekipleri yollamayı teklif ettik. Ankara, “Teşekkürler ama hayır!” diyerek reddetti diye. Hatta Elektrik Mühendisleri Odası, çadır kentlerin kurulum ve elektrifikasyonuna gönüllü destek için AFAD’a başvurmuş, ancak AFAD onu bile reddetmiş. Aynen ormanlar yanarken yangın uçağı teklifinde bulunanları reddettikleri gibi. Milleti göz göre göre alenen öldürdüler!

Aslında öldüren deprem değildi. Bunu gözlerden kaçırıp gizlemek için iki yüz bin insanın ölümü pahasına her türlü adiliği yapabileceklerini, dün yaptıklarından biliyoruz aslında. Yine Elbistan’da bir resim karesi vardı. Birbirine yüz metre uzaklıkta iki okul. Biri yeni, yandaş firma tarafından yapılmış ve yerle bir olmuş, diğeri ise yıllar öncesinde yapılmış ama ayakta. Yani deprem, bizim çok yakından anlayabileceğimiz bir kavramla ifade edilecek olursa “Yolun Kaderi” değil. İnat, burnu havada olma, iş bilmeme, cehalet yolun kaderi… Japonya’da 9,2 şiddetinde hem de 2 dakika süren depremde dört kişi ölürken, neden 7,7 şiddetindeki depremde iki yüz bin insan enkaz altında kalıyor? Aslında İngiliz bir Profesör David Alexander bunu kısaca izah etmiş: “Depremlerin maksimum yoğunluğu çok fazlaydı fakat iyi yapılmış binaları yıkacak kadar güçlü değildi. Birçok bölgede depremin şiddeti maksimum da değildi ve buna rağmen binaların yıkılması bunların uygun yönetmeliğe göre yapılmadığını gösteriyor.” BBC, son yıllarda deprem yönetmeliğinin sıkılaştığını aktarırken bu yönetmeliğin doğru bir şekilde denetlenmediğinin de altını çizmiş.

Hadi binalar bir kenara bırakalım. Peki, ekmek fırınları neden çalışmadı? Çadırlar neden kurulamadı? Yemek neden dağıtılamadı? Madencileri ve askerleri neden kullanmadılar. Yardım için müracaat eden ülkelere nasıl izin vermezler? İşte bütün bunların cevabı kısa ve net aslında: Halkın, onların gözlerinde böcek kadar kıymeti yok. Hatta Antakya yolu Erdoğan geldiği için kapatıldı, gelen yardımlar ulaşmıyordu halka. Düşünebiliyor musunuz? Hayati derecede önemli olan yardımları bile kesebiliyorlar. Gerçekten halkın zerre kadar kıymeti yok gözlerinde. Halk bunu bütün çıplaklığı ile anlamadan da bunlar bu sahneyi terk etmeyecekler Üstad Bediüzzaman’ın perspektifine göre.

AKP bu tür durumlarda hep benzer şeyleri yapmış gördüğüm kadarıyla. Önce haber akışını kesip yalan haberler veriyorlar, peşi sıra yardım vaat ediyor, devamında bu da engel olmazsa halkı tehdit ediyor sonra da sahaya organize şekilde bütün parti yetkililerini ve bakanları sürüp yalan konuşturuyorlar. Eğer bu da gidişatı değiştirmezse hemen yargıyı devreye sokup halka korku salıyorlar. Burada da aynısı oldu bildiğiniz gibi. Eski defterlerden bahsettiler, bakanlara peş peşe açıklama yaptırdılar, sonra kameralar karşısına geçip her şeyini kaybetmiş halka hesaplarınıza 10 bin TL yatırıyoruz diye açıklama yaptılar. Sonra da internetin fişini çekip, savcılara çağrı yaptılar. Bu davranış kalıbı neredeyse hiç şaşmadı. Yaptıkları açıklamaların hepsi yalan. Yıkılan bina sayısı, ölen sayısı, yaralı sayısı yalan. Sahadaki kurtarma ekibi sayısı yalan. Medyanın haberleri yalan. Aslında kendileri baştan aşağı yalan. Çünkü “yalanla iş görüyorlar.”

Bu da yetmezmiş gibi en zor günde akaryakıta zam yaptılar. Halkı da kendilerine benzettiler. Gaziantep’te Sof Taş Fırın adlı işletme depremi fırsat bilerek ekmeği 14 TL’ye satmaya başlamış. Gaziantep otogarında bir dükkân ise tostu 100 liraya satmış. Battaniyelere, çadırlara zam yapanlar… Neredeyse bütün halkı fırsatçıya çevirmişler geçen zaman içinde.

Son olarak da AKP’lilerin bu kısa süreçte yaptıkları açıklamalarına bakalım: Ömer Çelik “Cumhur İttifakı olarak sahadayız. Cumhur İttifakı’nın teşkilatları sahadadır, bütün arkadaşlarımız istenildiği takdirde yardımcı olacak şekilde çalışmalara yardımcı olmaya çalışıyorlar.” Buradaki anahtar kavramlar “Cumhur İttifakı” ve “istenildiği takdirde.” Tam da kendi dönemlerinin özeti olmuş.

Bakan Nebati “Burada sıkıntı sosyal medyada yayılan yanlış haberler. Şu anda binalarda maalesef kaybettiğimiz şehitlerimiz var, onları çıkarttık. Yaralılar çıktı, hastanede tedavileri sürüyor. Birçoğu depremde binalarda değil depremden kaçarken yaralanarak evlerine dönenler. Şu anda yoğunluk yok, hastanelerimiz hazır. Belediyemiz çorba ekmek konusunda gerekli adımları atıyor. Teyakkuz halindeyiz.” dedi. Bu cümleler baştan ayağa kadar yalan an itibariyle. Bırakın çıkarılanlara ulaşmayı, ulaşacak kurumlar yok meydanda, götürülecek hastaneleri yıkıktı, hatta ardım edecek AFAD binası bile çökmüştü. Ama vazifesi gereği çıkıp bu yalanları organize şekilde söylemeye mahkûmlar. Asıl vazifeleri bu çünkü.

Bakan Murat Kurum’a göre “Hiçbir vatandaş aç ve açıkta bırakılmamış!” Oysa kendi akrabalarımız, kenarda köşede değil, Maraş merkezde üç gün boyunca ayazda, aç biilaç beklediler. Bakan Kurum’a yardıma koşan bir diğer rejim aparatı ise Kızılay. Kızılay da ayrı bir başlık adı altında. Orada dönenleri geriye doğru üç yıllık haberlerden süzdüğünüzde karşınıza korkunç bir tablo çıkıyor. Gerek nepotizm gerek liyakatsizlik gerekse de kurumun arpalığa çevrilmesinin neticesinde sadece tabeladan ibaret bir kurumun ortada kalması şaşırtıcı değildi. Şimdi o kurumun Başkanı Kerem Kınık da Habertürk canlı yayınında: “Deprem bölgelerinin tamamına ulaşıldı.” demiş utanmadan.

Rejimin bir diğer kolonu Varank ise: “Sadece Uşak’taki sanayicilerimiz depremle mücadelede, vatandaşlarımızın soğuk havayla mücadelesine destek vermek için 1 milyona yakın battaniyeyi şu anda bu bölgeye gönderiyorlar. Bir kısmı ulaştı, bir kısmı şu anda yolda. Bu aslında Türkiye’nin üreten bir ülke olduğunun da göstergesi.” diye anlaşılmaz, saçma sapan bir açıklama yaptı. Oysa asıl vazifeleri tam da bu. Polemik oluşturacak, gündem saptıracak, konuşulması gerekli olan şeyi halkın gözünden kaçırmak için kamera karşısına geçiyorlar. Varank’a nispet yaparcasına Metiner de topa girdi. O da: “Ölenleri geri getiremeyiz. Üzüntümüz sonsuz. Lakin Adıyaman’ımızı yeniden onaracak Reis’imiz var.” dedi. Aslında asıl vazifesini doğrudan açık etti. Ne halk ne ölenler ne de deprem umurlarında, varsa yoksa onlara bu imkânı sağlayan kişi bütün çabaları…

Daha önce 15 Temmuz, Elazığ Depremi, sel felaketi gibi organizasyonlar için topladıkları hiçbir parayı yerinde kullanmadıkları ortaya çıkmıştı. Bu sorulunca da “Size mi hesap vereceğiz?” diye de azarlamışlardı soranları. Hatta Acun Ilıca’nın kampanyasına ve hatta salgında para toplayan belediyelerin bile yardım paralarına kanun çıkarıp el koymuş, o paraları ekmek bekleyen halk yerine garantili ihale sahibi müteahhitlere aktardıkları anlaşılmıştı. Tabi bunların kaydı yapılmadığı için yine Fuat Oktay halktan destek istedi, sanki daha dün 15 Temmuz için toplanan paraları Ziraat Bankasında faize bunlar yatırmamış gibi…

Bir de isyan eden vatandaşa gülen vali, ağlayarak derdini anlatan vatandaşın karşısında ergenler gibi cep telefonuyla oynayan Canikli vardı. Dediğim gibi, emin olun bu milletin böcek kadar değeri yok gözlerinde. AKP’liler yetmezmiş gibi küçük ortakları da devreye girmiş. MHP’li Birol Gür: “Lütfen yardımlarınızı AFAD üzerinden yapın. AHBAP çavuş ilişkileriyle UĞUR’suz ellere yapılan yardımların ne kadarı depremzedelere ulaşıyor, endişelerimiz var!” dedi.

Son olarak Bozdağ, “Depreme maruz kalan tüm illerimizde bu binalar ve bu binaları yapanlarla ilgili, sorumluluğu olanlarla ilgili adli tahkikatlar başlatılmıştır.” dedi. Oysa Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan bir TV programında inanılmaz açıklamalar yaptı: ”Kahramanmaraş Belediye Başkanı, fay hatları için yaptığımız çalışmalara inanmadığını söylemişti. Biz belediyenin fayların belirleyip buna göre imar planı yapılmasını istemiştik. Kabul etmedi.” dedi. Bu belediye kimin? AKP’nin. Peki, bunlar bu belediyeye bir şey yapacaklar mı? Elbette hayır. Zaten bir şey yapacaklarından değil, ortama uygun konuşup, hedef saptırmak için sahadalar. Asıl işleri yalan ile manipüle etmek. 

Velhasıl kelam, deprem sonrası: Sela okundu, borçlar ertelendi, IBAN gönderildi, yine sadece yandaşlar arandı. Erdoğan deprem bölgesindeki CHP’li belediyeleri bile aramadı ilk önce.  Koskoca bir ülke üvey evlat gibi sahipsiz adeta. Ama bu hakikatin ortaya çıkması gerekiyordu kader planında. Herkes, bunların bütün yüzünü olanca çıplaklığı ile görmeliydi ve bu oldu bu depremin bir hikmeti açısından. Çok ağır, yaralayıcı, dayanılmaz bir tablo var karşımızda, farkındayım. Ama mümin, bütün hadiselere basireti nispetinde hikmet nazarıyla bakmalı ki şaşırmasın.

Yaptık dedikleri aslında hiçbir şeyin olmadığını gördü insanlar. Yol dediler yalan çıktı. Hastane dediler yıkıldı. Havalimanları parçalandı. Dünya gıptayla izliyor dedikleri ülkenin aslında en basit çadır kurup, çorba dağıtamayacak kadar organizasyon âcizi olduğu anlaşıldı. Ölenler ve geride kalanlar için de bizim gibi insaniyetimizi gösterme sınavı üzerimize kaldı. Geçmişte yaşadıklarımızdan dolayı gönüllerimizde oluşan derin fay hatlarını Allah bir musibetle sanki neredeyse tamamen ortadan kaldırdı. Dün kızanlar, öfkelenenler, halkı suçlayanlar bile merhamete geldi. Can havliyle herkes bir şey yapma telaşına düştü.

Hikmetinden sual sorulmaz. Amenna. Bir kez daha bütün hikmetiyle gürül gürül gözlerimizin önünde çağlayarak akmaya başladı. Allah olup biteni hikmet prizmasıyla görebilmeyi nasip eylesin cümlemize inşallah. Bir tarafımız acılı, kırık, yaralı, belki paramparça, ama iman saikiyle diğer yanımız olup biten bunca felakete rağmen ümitvar. Allah bu topluluğa yeniden kendi karakterini her şeye rağmen sergileme fırsatı sağladı. Elhamdülillah pek çoğu itibariyle de dünün gözü yaşlı, gönlü kırıkları yeniden asıllarına dönüp işe koyuldular. Rabbim bu felaket nedeniyle eş-dost ve yakınlarımızla birlikte bütün masumları korusun. Bizlere de hikmetini anlama basireti versin inşallah.

MUSİBETLERE KARŞI İNANCIMIZ

10 Şubat 2023

HAYAT

10 Şubat 2023

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir