O, BENİM KARDEŞİMİN BEBEĞİ…

O, BENİM KARDEŞİMİN BEBEĞİ…

RECEP ATICI

Mevsim kıştı. Hava buz kesiyordu. Takvim, şubatın beşini gösterirken soğuk adeta iliklerine işliyordu insanın. Günler oldukça kısa olduğu için hava çoktan kararmıştı. Dışarıda ince ince yağan kar, sokak lambalarının ışığında dans ederek yere süzülen paraşütler gibi beton zeminin üzerine doğru iniyordu. Sokakta kimsecikler yoktu. Ortalık oldukça sessizdi. Vakitte baya ilerlemiş ve bebeğin uyku saati gelmişti. Dolayısıyla annesi hem kızını göğsünde uyutmaya çalışıyor hem de odanın penceresinden ruhuna sükûnet veren bu manzarayı seyrediyordu.

Eyvah! Telefonunu sessize almayı unutmuştu. Halbuki, genelde telefonu sessiz konumda olurdu. “Şimdi sırası mıydı aramanın?” dedi kendi içinden. Telefonun zamansız çalmasına canı sıkılmış olsa da susmaksızın çalmaya devam eden zil sesini susturmak için hemen telefona yöneldi. Eline aldığında arayan şahsın annesi olduğunu gördü. Annesi sınırın öbür tarafında olduğu için açmasa meraktan ölürdü şimdi. Zaten bu yüzden olur olmaz vakitte sık sık arıyordu. Neyse olan olmuş ve bebek uyumak üzereyken uyanmıştı. Artık istemeden de olsa annesinin merakını gidermeliydi. Hâl hatır sorulduktan sonra annesi hava durumunu sordu. Zira sınırın öbür tarafında dışarısı oldukça soğuk ve dondurucuydu. Kızı da annesinin merakını gidermek için; ‘bulundukları şehirde de kar yağdığını, havanın oldukça soğuk olduğunu ve termometrenin eksi beşi gösterdiğini’ söyledi.

Annesi istese de hala kızına bir yetişkin gibi davranamıyordu. Halbuki artık kızı da bir anneydi. Fakat her ne kadar anne de olsa annesinin gözünde o hep bir çocuktu. Bu yüzden olsa gerek, onun kucağında tuttuğu iki aylık bebeğin bakım ve görümü konusunda her seferinde tembihatta bulunuyordu. Bu sefer de öyle olmuş ve bebeğe nasıl baktığını ve soğuktan korumak için neler yaptığını sormuştu. Kızı da her zaman yapageldiği şeyleri anlattı. Ancak annesi kızının anlattığı şeyleri yetersiz bulmuş olmalıydı ki bebeğin üşümemesi için kundağa sarması gerektiğini söyledi. Küçükken -şimdi anne olan kızına- kaloriferin olmadığı soğuk havalarda, kundağa sardığından bahsetti ve onun da öyle yapmasını istedi. Kızı annesinin bu isteğini; “Tamam yaparım” diyerek gönlünü rahatlattı. Ve dediği gibi bebeği o gece kundağa sardı. Bebek, sanki sarıp sarmalanmanın huzurunu hissetmişçesine biraz sonra da uyudu.

Dışarıda kar hala yağmaya devam ediyordu. Artık baya geç olmuştu. Saat 23’ten sonra kaloriferler yavaş yavaş soğumaya başladığı için kendisi de yatmalıydı. Zaten bebeğin zamansız uyanması uykusunu bölüyor ve bu yüzden bazen gergin oluyordu. Ayrıca kendisini biraz yorulmuş hissediyor ve bebek uyumuşken hızlıca uyumak istiyordu. 

Saat, 04.17’yi gösterirken, uykunun en derin noktasına yelken açmışlar, her şeyden habersiz bedenlerini derin uykunun kollarına bırakmışlardı. Fakat bir anda her şey sallanmaya başlamış ve binadan gelen korkunç gürültünün korkusuyla uyanmışlardı. Anne can havliyle bebeğin bulunduğu odaya doğru koşarken koridorda sıkışıp kalmış, baba ise yataktan henüz çıkamadan her şey üzerine yığılmıştı. Bebek, depremin korkunç gürültüsüyle uyanmış ve çığlık atıyordu. Anne bu çığlıkları duysa da üzerine düşen ağır beton parçasından dolayı olduğu yerde mıhlanıp kalmış ve bebeğe ulaşamıyordu. Aradan saatler geçmiş artık annenin takati kesilmiş ve bebeğine el uzatamamanın kahredici hüznü içinde ölüm denen gerçekle yüzleşmişti. Bebek ise beşiğinin yan yatması sayesinde zarar görmemiş ve depremin korkunç sesleri kesildiği için bir zaman sonra sükunete ermişti.

***

Aradan 2 gün geçmişti. Buna rağmen Cenâb-ı Hakk’ın hususi korumasıyla bebek hala yaşıyordu. İki gün boyunca neyle beslendi, onu izah etmekten şimdilik aciziz. Ancak dondurucu soğuktan annesi ölürken bebeğe bir şey olmamıştı. Bunun sırrı anneannenin ısrarla bebeği kundağa sarmasını istemesiydi. Dolayısıyla kundak işe yaramış ve bebeği donmaktan korumuştu. İki günün sonunda enkaz altından gelen ağlama sesini duyan komşular, hızlı bir şekilde yardım ekiplerine haber vermiş ve gelen ekip zamanla yarışırcasına nefes almaksızın enkazı kaldırmıştı. Günün ortasına doğru bebek sağ salim kurtarılmış ve sağlık görevlilerine teslim edilmişti. Kimsesiz bebek, artık güvendedir ve sağlık görevlilerince hızlıca muayene edildikten sonra bir refakatçi hemşire gözetiminde uçakla Maraş’tan Ankara’ya götürülür. Hem kendisini kurtaran ekibin hem komşu kadının hem de sağlık görevlilerinin adını bilmediği bu bebeğe ‘Enkaz bebek’ ismi verilir.

Evet, bu hadise, 6 Şubat tarihinde Maraş’ın ilçesi Pazarcık merkezli 7,7’lik, arkasından da Elbistan merkezli 7,6’lık depremin ülkemizin tamamını yasa boğduğu manzaralardan sadece biriydi. Zira, bu deprem felaketi sonrasında binlerce ocak söndü ve bir o kadar da canlarımız yitip gitti. Bu elim hadisedeki can kaybı henüz net bilinmemekle beraber yüzbinleri aşması tahmin ediliyor. Hayatta kalmayı hasbelkader başarabilenler içinse, M. Akif’in ‘Tükürün’ başlıklı şiirinde;

Vatansız, hânümansız bir garîbim… Mültecâ yok mu?

Bütün yokluk mu her yer? Bâri bir “Yok!” der sadâ yok mu?

dediği şekliyle her yer adeta ‘yokluk’ içindedir… Anne-baba yok, evlad-ı ıyal yok, abi-kardeş yok, Ev, bark yok.. yok.. yok… şehirler bile yerinde yoktur artık…

Evet, tekrar isimsiz bebeğe dönecek olursak, o da bazıları gibi enkaz altında donarak ölmekten kurtulmuştu kurtulmasına fakat bu bebek kimdi ve kimindi? Adı neydi? Bunun yakınlarından olsun sağ kalan birileri yok muydu? Bu sorular, arka arkaya sıralansa da aslında her enkaz kendi altında buna benzer yüzlerce dramı saklıyor ve bir o kadar da cevapsız sorularla bir bilinmezi zihnimize kazıyordu. İşte bu bebekte onlardan sadece biriydi…

Fakat, sonradan öğrenildiğine göre bu ‘isimsiz bebek’ Abid ailesine mensuptu. Suriye’deki savaştan kaçıp Maraş’a sığınmışlardı. Yeni evli olan bu çiftin 2 ay önce bir kızları dünyaya gelmişti. Deprem neticesinde onların da mutlu yuvaları bir çokları gibi yerle bir olmuştu. Anne ve baba enkazda can vermiş, bebekleri ise 2 gün sonra enkazdan sağ çıkarılmıştı.

Adı bile bilinmeyen bu küçük bebeğin kim olduğuna dair bir bilgi yoktu ama kundağına alın yazısı gibi şu not yazılmıştı: ‘Enkaz bebek’ Ayrıca bulunduğu mahalle ve onu bulan komşunun telefon numarası da yazılıydı kâğıtta. Alnında da keçeli kalemle yazılmış bir ifade vardı. Fakat, kalemin mürekkebi dağıldığı için yazı okunamıyordu…

Deprem haberlerini görüntüleyen muhabirlerden biri, hava alanında bu kimsesiz bebeğin fotoğrafını çekti. Bu şekilde sosyal medyaya düşen fotoğraf, anında dünyaya servis edildi. Bu fotoğrafı gören yürekler titredi ve her bir ağızdan adeta; “Ey kimsesizler Kimsesi, Sen bu bebeğin Kimsesi ol nidaları yükseldi. Belki de bu dualar kabul olmuş olmalıydı ki bu haberi okuyan ehli vicdan birisi, bebeğin alnındaki o yazının peşine düştü. Zira kimsesi olmayan bu bebeğin ‘Alın yazısı’ o yazıyla şekillenecekti…

İşte vicdanın kendisini harekete geçirdiği şahıs, kundağına iliştirilen kâğıtta yazılı telefon numarasını aradı. Telefonun öbür ucunda bebeği bulan depremzede vardı. Kendisine yöneltilen sorular karşısında; “Bebeğin adını bilmediğini, ancak daha önce sokakta amcasıyla beraber onu gördüğünü” söyledi.

Günler sonra o amca sosyal medyada gördüğü bu fotoğrafın peşine düştü. Zira bebeğin anlına keçeli kalemle yazılan o yazıyı kendisi yazmıştı. İlk fırsatta kardeşinin bulunduğu mahalleye giderek bebeği sağlık görevlilerine teslim eden komşuyu buldu. O komşu da “Beni bugün biri aradı, yeğenin onların gözetimindeymiş sanırım” cevabını verdi. Bunun üzerine komşu kadını arayan numarayı aldı ve hiç vakit kaybetmeden o şahsı aradı. Ancak telefon bir türlü düşmüyordu. Her seferinde tele sekreter, “Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor” diyordu. Zaman adeta bütün çıldırtıcılığıyla üzerine gelmekte olup, “Ya bulamazsam, ya ulaşamazsam…” şeklinde durmadan ümidini tüketmeye çalışıyordu. Artık ümidi tükenme noktasına gelmişti ki, bu sefer karşı taraf kendisini aradı. Heyecandan dizleri titriyordu. Arayan kişiye selam vermeden, yarı Türkçe yarı Türkmence “O benim kardeşimin bebeği.. Kardeşim, gelinimiz öldü. Bebeğim sizdeymiş…” dedi.

İşte bu konuşma üzerine amcaya bebekle ilgili bilgiyi veren şahıs, bebeğin sorumlu olduğu kurumları da arayarak olayı anlattı. Bu arada kendisi de depremzede olan amca, enkazdan çıkardığı evraklarla Ankara’ya gitti. Gerekli prosedürler tek tek yerine getirildikten sonra amcanın kimliği teyit edildi ve depremden 10 gün sonra “isimsiz bebek” amcasına verildi. Artık onun adı enkazdan onu çıkaran ekiplerin dediği şekliyle, “Enkaz bebek” değil, ‘Fatma’ydı. 2 aylık bebeği kucağına alan amca, buruk da olsa sevincini kucağında bebekle beraber çektirdiği fotoğrafı o vicdan ehli kişiye gönderdi ve altına; “Kardeşimin emanetine kavuştum, size minnettarım…” ifadesini yazdı.

HZ. MUHAMMED (sav) DELİLİ

21 Mart 2023

İNKİSAR (*)

21 Mart 2023

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir