KAZAKİSTAN’IN KOCA ÇINARLARI

KAZAKİSTAN’IN KOCA ÇINARLARI

Ercan GÜZEL / İngiltere

“Bir gün Rus Başkumandanı esirleri teftişe gelir. Teftiş esnasında, Bediüzzaman kumandana selâm vermez ve yerinden kalkmaz. Kumandan kızar, belki tanımamıştır diyerek tekrar önünden geçtiği zaman Üstâd yine yerinden kalkmayınca, kumandan tercüman vasıtasıyla: “Beni herhalde tanımadılar?” der. Bediüzzaman: “Tanıyorum, Nikolay Nikolayeviç.” diye cevaplar kumandanı. Kumandan: “Şu halde Rus ordusuna, dolayısıyla Rus Çarı’na hakaret ediyorlar.”diye ekler. Bediüzzaman: “Hakaret etmedim. Ben bir Müslüman âlimiyim. İmanlı bir kimse, Cenab-ı Hakk’ı tanımayan bir adamdan üstündür. Binaenaleyh, ben sana kıyam etmem.” der. Bunun üzerine Bediüzzaman divan-ı harbe verilir. Birkaç zâbit arkadaşı, hemen özür dileyerek vahîm neticenin önlenmesine çalışmasını istirham ederler. Fakat Bediüzzaman: “Bunların idam kararı, benim ebedî âleme seyahat etmem için bir pasaport hükmündedir” deyip kemal-i izzet ve şecaatle hiç ehemmiyet vermez. Nihayet idamına karar verilir. Hüküm infaz edileceği vakit, namaz kılmak için müsaade ister; vazife-i diniyesini ifâdan sonra, atılacak kurşunlara göğsünü gereceğini beyan eder. Tam bu esnada, namazını edâ ederken, Rus kumandanı gelerek, Bediüzzaman’dan özür dileyip: “O hareketinizin, mukaddesâtınıza olan bağlılıktan ileri geldiğine kanaat getirdim, rica ederim, beni affediniz.” diyerek verilen idam hükmünü geri aldırır.” (Tarihçe-i Hayat, sayfa 114)

Rus Orduları Başkomutanı, General Nikolay Nikolayeviç, gayet insanî bir davranış sergilemiş; yukarıdaki satırlardan bunu anlayabiliyoruz. Gelelim zamanımızdaki Nikolay Nikolayeviç’e… “Şimdi bu da kim?” diye sorduğunuzu görür gibiyim. Öncelikle izin verirseniz, Rus kültürüne ait bir meseleyi biraz izah edeyim. Kendi kültürümüzde, ilk defa tanıştığımız bir kimseyle veya devamlı surette de olsa resmî olarak görüşmek durumunda olduğumuz biriyle, ‘Falan Bey’ yada ‘Falan Hanım’ diyerek muhatap olmaktayız. Aynen bu gibi Rusça konuşanlar da, muhatap oldukları kişiye (ister kadın olsun isterse erkek olsun farketmez) gösterdikleri saygıyı, kişinin adıyla beraber baba adını birlikte anarak göstermektedirler. Nikolay Nikolayeviç (Nikolay Nikolay oğlu) örneğinde görüldüğü üzere. Bayan olsaydı …….. Nikolayevna (……… Nikolay kızı) olacaktı.

Sadedimize gelirsek… Evet, çağdaşımız Nikolay Nikolayeviç, 1990’lı yılların başında, bağımsızlığını yeni ilan eden genç Kazakistan’ın, Almatı Vilayeti (Almatinskiy Oblast) sınırları içindeki Kapçağay’da (Qapşağay) bulunan, bir tuğla ve kerpiç fabrikasının sahibiydi. Yetmişten fazla etnik grubun beraber yaşadığı Kazakistan’ın vatandaşıydı fakat Kazak değildi. O yıllardaki toplam ülke nüfusunun hemen hemen yüzde kırkını oluşturan Ruslardandı. Fabrika halen faaliyet göstermeye devam ediyor mu? Nikolay Nikolayeviç hayatta mı, yoksa ebediyet diyarına göç etti mi? Bu konularda herhangi bir bilgi sahibi değilim, ne yazık ki.

Sovyetler Birliği dağılıp, 15 cumhuriyet sırasıyla ayrılmaya başlamışlardı. Verilen bir işaretle, Anadolu coğrafyasından oralara, yani Orta Asya’ya göç eden kahraman insanlar arasında, şu anda yaşı 80’in üzerinde ve hasta olmasına rağmen esir tutulmaya devam eden bir Koca Çınar da vardı. Baktığınız zaman, elif gibi dimdik durduğunu görürdünüz Koca Çınar’ın. Sadece Yaradan’a rükû ve secde yaparken eğilirdi. Bir şeyi anlatmaz, bizzat yapardı. Bir eksiklik görse kolunu ve paçasını sıvar, ‘Bismillah’ der, kimseye söylemeden hemen işe girişirdi. Bu, hem onun fıtratında olduğundan hem de hocasından böyle gördüğünden olsa gerekti. Haliyle, güneş gibi bu ihlas ve samimiyet karşısında, erimeden uzun süre dayanacak problem, Allah’ın izniyle, pek kalmıyordu. Onunla aynı sohbet halkasında bulunduğumuz zamanlarda, değerinin ne kadar farkındaydık, bilemiyorum.

Okulların, daha doğrusu okulların içinde sınıfların mı demek lazım, yeni açıldığı vakitler, tam küheylanlar gibi coşulacak zamanlardandı. Kendi pistini ve yerini bulmuş gibi koşturan kahramanlar, ellerinden gelenin en iyisini vermeye taliptiler. Herkes, yeri geldiğince, neyi yapabiliyorsa ya da hangi vazife terettüp ederse yapmaya gayret ediyordu. Boya, badana, duvar örme, kum taşıma, velhasıl inşaatta ne yapılması gerekiyorsa her şeye koşturuluyordu. Türkiye’den ustalar gelse bile, bütün işleri ustalardan bekleyemezlerdi; eylül başındaki açılışa kadar sınıfları, tuvaletleri ve öğretmen odalarını bitirip yetiştirmek gerekiyordu. Öğretmenleri, müdürleri ve bazı esnaf ağabeyleri, aradığınızda bulabileceğiniz tek yer okulun şantiyesiydi.

Bu koşuşturmacada, bütün malzemeleri A’dan Z’ye memleketten tırlarla getirtmek, pahalı ve zaman alıcıydı. Üstelik pratik de olmuyordu. O sebeple, Kazakistan’da o sırada ekonomik olarak tedariki mümkün olan inşaat malzemelerinin yerel olarak teminine çalışılıyordu. Tuğla, kerpiç ve briket gibi ihtiyaçları bedava (hibe) bile olsa tırlara doldurup 4500 km öteden taşımak pek mantığa uygun gelmiyordu. Onun için genellikle yerel olarak satın alınması yoluna gidilmişti.

Koca Çınar ağabeylerimiz, ortada kalan her işe talip olmaya çalışıyorlardı. Yeri geliyor, bir amele olarak kollarını sıvayıp ruhen olduğu gibi fiziken de emeğini ve alın terini döküyor; yeri geldiğinde bir patron edasıyla satın alma ve karar verme aşamalarında vukufiyetlerini ortaya koyuyorlardı. Çok miktarda proje olduğundandır ki; kerpiç ve tuğlaya olan ihtiyaç, haliyle oldukça fazlaydı. Kapçağay’daki tuğla fabrikasına gide gele, artık oranın sahibiyle birbirlerini tanıma fırsatları olmuştu. Aralarında tam olarak neler geçti, neler yaşadılar; o sırada orada olmadığımdan bilemeyeceğim. Yalnız şunu çok rahatlıkla ifade edebilirim: böylesine dosdoğru yaşayan bu ağabeyimiz, o insan üzerinde çok güzel etkiler bırakmıştı. Bütün hücreleriyle üzerine aldığı ve hayatının gayesi yaptığı hizmeti, alıcıları açık olduğu halde gören ve hisseden, karşısındaki insanlar sahiplenmekteydiler.

Ne Nikolay Nikolayeviç, tek kelime Türkçe biliyordu! Ve ne de Koca Çınar, tek kelime Rusça!.. Onlar, birbiriyle, hiç yanılmaz ve yanıltmaz gönül diliyle konuşuyor ve anlaşıyorlardı. Kimbilir kaç kez, birbirlerine sarılıp gözyaşı dökmüşlerdi. Günün birinde Nikolay Nikolayeviç, makam odasındaki kasayı açtı ve içinden bir deste halinde dolarları çıkardı. O sıralar, Amerikan Dolar’ını alışverişte veya ticarette kullanmak henüz yasaklanmamıştı. Tam altı bin dolar saydı. Hatırı sayılır bir miktardı bu doksanlı yıllar için. Yanlarında bir tercüman var mıydı bilemem, ama Nikolay Nikolayeviç, arkadaşına bunu hizmetlerinde kullanması için verdiğini anlatmıştı. O da bunu anlamıştı, elbette. Demek, ciğerinden söker gibi malından verdiğine göre, öyle inandırmıştı arkadaşını vesile olduğu güzel işlere. Bu olayın etkisinde o kadar çok kalacaktı ki Koca Çınar; cebinde bu altı bin doları günlerce (veya belki de aylarca) taşıyacak ve dost meclislerinde, cebinden çıkarıp göstererek; “Bu gördüğünüz, Nikolay Nikolayeviç kardeşimizin himmetidir.” diyerek göz yaşlarına hâkim olamayacaktı…

Okullar hazır hale geldi gelmesine de, içinde öğrencisi olmasa okul neye yarardı? Öyle ya; öğrencileri sınavla seçip almak lazımdı. Koca Çınar ağabeylere yine iş düşmüştü, “Ben ne anlarım hocam, öğrenci seçmekten? Esnafız biz.” demeleri fayda etmemişti. Hem zaten yeterince eleman da olmadığından, vilayetlere gitme vazifesi ortada duruyordu. Gitmek gerekiyordu. Sonunda, kendisini Almatı vilayetinin (Almatinskiy Oblast) ilçelerinde öğrenci seçerken bulmuştu. İlk açılan liseler, erkek liseleriydi. Kız liseleri, ertesi yıldan itibaren faaliyete girmeye başlayacaktı. Bu sebeple, altıncı sınıfı bitiren erkek çocukları arasında seçme yapıldı ilk yıl. Çocuklara isimlerini, anne-babalarının ne iş yaptığını vs. soruyordu. Onları biraz olsun tanımaya gayret gösteriyordu. Bazen de, eğer biliyorlarsa, besmele çekmelerini vs. isterdi.

Yeni açılacak sınıflar, Kazakistan’ın her yerinden gelen öğrencilerle dolacaktı. Zaten onların o güzel olan hamurlarına şekil verecek ihlaslı eğitim kadrosu da, her ne kadar eksiklikleri olsa da, hazırdı ve yerini almıştı. İşte böylece, taşıyla toprağıyla beraber, insanların alın teri, emekleri, göz yaşları ve samimiyetleriyle bu hizmetlerin temeli atılıyordu.

DOĞAL DİYALOG

19 Ocak 2022

SAHİP OLMAK, SAHİP ÇIKMAK, AİT OLMAK YA DA …

19 Ocak 2022

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir