SABUN KOKULU EV

SABUN KOKULU EV

ALİ AKKIZ / TANZANYA

Bir yeri güzel yapan, o yerin güzel insanlarıymış. Ben o sabun kokulu evi neden sevdim? Çünkü içinde çok güzel insanlar vardı. Kır sakallı dedem vardı ağzı dualı, pamuk gibi ninem vardı bembeyaz örtüsüyle, çocuk canlısı dayılarım vardı yatarken hayal dünyamızı masallarıyla besleyen, teyzelerim vardı bizi öz çocuklarıymış gibi seven, bizimle çocuk olup oyunlar oynatan.

Bu evde kimsenin kalbi kırılmaz, kırılan kalpler hemen tamir edilir, küskünlükler ıslak mendil kuruyuncaya kadar olurdu. Dedem kızarsa ninem alttan alır, ninem kızarsa dedem alttan alır aralarında anlaşır giderlerdi. Çocuklar dedemin celalinden ninemin cemaline, ninemin celalinden dedemin cemaline sığınırdı. Bu celaller hiç uzun süreli olmaz, akşama her şey unutulurdu.

Erkekleri etrafı duvarla çevrili bu avluya öksürerek girer, avlu içerisindekiler kendilerine çeki düzen verirdi. Avluya giren dedemse bastonunu yere daha bir güçlü vurur, geceyse el lambası tutmasından onun olduğunu anlardık.

Her ikindi vakti dedemin Kur’an okuyan sesi yankılanır, Beşir emmilerin evinin duvarına çarpan ses geri dönerdi.

Ezan okunurken ev halkı uzanmış haldeyse derhal oturuşa geçer, bu ezan bitinceye kadar devam ederdi. Ezan okunurken konuşulmaz, sessizce bitmesi beklenirdi. Tuvalet ihtiyacı ezan okunuyorsa ertelenirdi. Bu evde dine ve dini değerlere karşı büyük bir hürmet vardı. O yüzden daha avludan girerken sizde her şey ledünni görünürdü.

Hayat hep din yörüngeli yaşanırdı. Hayat teheccüt namazıyla başlar, sabah namazıyla devam eder, kerahet vaktinde yatılmaz, evin işleri halledilir, kahvaltı yapılır, kuşluk vakti hafif dinlenmeye geçilir, sonra işler kaldığı yerden devam ederdi.

Öğle yemeği, namazdan hemen sonra yenir, besmelesiz ve büyükler başlamadan yemeğe başlanmaz, herkes önünden ve sağ eliyle yerdi. Yemekte sadece yemek yenmez, dedemin sohbetiyle sofra bir ilim meclisi haline gelirdi. Bu sofrada hiç israf olmaz, yeni katılanlara adap usulünce öğretilirdi. Sofra duası ihmal edilmez, duadan sonra Hz. İbrahim’in (as) sünneti diye birer lokma daha alınırdı.

Eve gelenler mutlaka ‘selamun aleykum’a karşılık ‘ve aleykum selam’la karşılanır, ‘Allaha ısmarladık’ diyenlere, ‘selametle’ denirdi.

Köylüden gelen buğday, zeytinyağı gibi yardımlar teşekkürle karşılanır, ihtiyaç olsun olmasın daha eve girmeden köyde ihtiyaç sahibi fakirlere geri dağıtılırdı.

Evin avlusundan içeri düğün bayram dışında hiçbir erkek giremezdi. Girenler ağzının payını alır, bir daha da aynı hataya düşmezdi.

Özellikle akşam yemeklerinde ailenin bütün fertleri bir araya gelir, öyle yenirdi.

Derdi olan gelir, derdine çare bulur öyle giderdi. Dişi ağrıyan olsa Hocaemmilerinden bir dua yazdırır, Allah’ın izniyle ağrısız giderdi.

Haftada bir evde sohbet olur, sakallı sakallı emmiler gelir, dedemin odasında sohbet dinler giderdi. Onlar geldiğinde biz o odaya yaklaşamaz, evin avlusunda oynardık.

Her yıl dedemin odasındaki eski kitaplar dedem tarafından raflarından çıkarılır, tozları alınır, bir torun gibi sevilir, yeniden yerine konurdu.

Tavuklar, Şemsettin emminin getirdiği kazandibi süt artıklarıyla beslenir, yumurtaları ya kahvaltıda ya öğle yemeğinde veya akşam yemeğinde önümüze konurdu.

Bu sabun kokulu ev bayramlarda arı kovanı gibi kaynardı. Murtaza dayım kemirimlik armut, Abdurrahman enişte bahçeden limon, Halil enişte portakal, Şemsettin enişte Dondurmacı Halil’den ya cezerye ya tatlı, Salih enişte toptancı dükkânından dedemin sevdiği Ülker Pötibör getirir mutfağa koyarlardı. Onlar giderken boş gönderilmez evde ne varsa ellerine tutuşturulurdu. Hiç olmazsa gelen hediyeleri harmanlayıp gelenlerle gönderilirdi.

Helal rızka dikkat edilir, haram girmesine hiç müsaade edilmezdi. O yüzden dedem yıllarca sabunculuk yaptı o evde. Sabun bir lüks tüketim malzemeyken Yanpar ve civarına sabunu öğretip sattı ve parasıyla evin geçimini sağladı. Ninem de yıllarca makinesiyle köylüye kazak ördü.

Kendimizi Sabuncu Hoca’nın torunu diye tanıtırdık. O zaman herkes tanırdı bizi.

Evde çamaşır, bulaşık sabunla yıkanırdı. Kaynayacak çamaşır varsa sabunlu suyla kaynatılırdı. 

Dedem ara sıra ‘Tersus’a gider, kostik alıp gelir, Silifke’den de ‘teynel yağı’ getirirdi.  Sonra bunları kazanda bir formülle birleştirir, altına Hilmi dayımın dağdan kesip getirdiği odunu Nesibe Teyzeme yaktırır, sabun küreğiyle bazen kendisi, bazen ninem, onlar yaşlanınca dayım ve teyzelerim karıştırırdı. Sabunun olduğuna bir parça sabunu avucunun içinde başparmağı ile bastırınca sabun kavislenirse kanaat getirirdi.

Evin altı sabun dökümüne hazır haldeydi. Eriyik haldeki sabun belli yükseklikte buraya dökülür, malayla üzeri düzeltilir, soğumaya terk edilirdi. Genelde bu dökme işlemi akşamdan yapılır, sabaha kesim işlemine geçilirdi. Başta dedem olmak üzere, Ali dayım, Hilmi dayım çok sabun kesmiştir. Abimin de kestiğini hatırlıyorum.

Kesilen sabunlar kalıp haline getirilir, sonra bez çuvallara dizilerek konur, terazide tartılıp üzerine kaç kilo olduğu, kime gideceği yazılırdı. Torbaların ağzı dikilir, bazen sahibi gelir alır, bazen de evine kadar götürülürdü.

Ben o sabunlardan Rusya’ya da götürdüğümü hatırlıyorum. Alaşehir’e giderken en az 8 kalıp götürüp abimle de bir sene o sabunlarla yıkanırdık.

Sabun sadece temizlik için kullanılmaz eve koku yaysın, çamaşırlar güzel koksun, güve çamaşırı yemesin  diye de kullanılırdı.

Dalan sabunları da teynel yağındandı ama onlar annemin tabiriyle ‘sifirsi sifirsi’ kokardı. Sabun uzmanı dedem onların kötü kokusunun sebebini iyi kaynatılmamalarına bağlardı.

Dedem, sabun fabrikası sahibi birisinden bahsederdi; fabrikasında kalite kontrol memuru olarak çalışmasını teklif etmiş, dedem kabul etmemiş. Hayatının sonuna kadar bu mesleğini devam ettirdi. Fabrika sabunları ortalığı sarıncaya kadar dedem sabun yapıp sattı.

Ah o sabunlar bir güzel kokarlardı ki, insanın yiyesi gelirdi. Benim için sabunlar kale duvarları için malzeme görevi görürdü. Onlarla oynarken günün nasıl geçtiğini anlamazdım.

Benim için dedem sabun demek, sabun o sabun kokulu ev demek, o ev de Yanpar demekti.

O sabun kokulu evin hemen karşısında tek odalı bir ev daha vardı. O ev hep Esat dayımla Ali dayımın evi gibi gelirdi bana. Çünkü dayılarım geldiğinde hep o evde kalırdı. O evde acayip kitaplar vardı. Hele bir ansiklopedi vardı, onu hiç unutamıyorum. Şimdilerde kendimi ‘Bebek Firarda’ filmindeki o bebek gibi hissediyorum. Çünkü dünyaya açıldıkça hep o resimler geliyor aklıma. Sanki hayatımın ileriki safhalarında gideceğim yerlerin resimlerine bakıp durmuşum.

Bu sabun kokulu evden gazete hiç eksik olmazdı. Dedemin Milli Gazetesi, Mersin’den gelirken ya mantosunun iç cebinde veya bastonuyla beraber tutuyor olurdu.  Sonra bir ara Yeni Devir getirir oldu. Okunan gazeteler odasındaki yastığının altında olurdu. Ben gazetelerin bulmacalarıyla ve karikatürleriyle ilgilenirdim. Gazetenin verdiği hat sanatı eklerini çerçeveletip evinin duvarına asardı dedem.

O sabun kokulu ev iki odalıydı ama içinde kocaman bir dünya barındırırdı. Sakinleri çok mutluydular. Kime sorsanız o günleri hasretle anar.

Siz okurken ah çekmediniz mi şimdi?

BİZİM MENKIBEMİZ

27 Ekim 2022

SULUKULE'DE BİR PENCERE

27 Ekim 2022

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir