SINIRLARI VE SİNİRLERİ ZORLAMAK

SINIRLARI VE SİNİRLERİ ZORLAMAK

Ferit Can / Hollanda

İşten çıkmış tren istasyonuna doğru yürürken ışıklı panodaki bir reklam dikkatimi çekti. Büyük harflerle ‘Aslında kendimizi sınırlandıran bizleriz’ cümlesine uzun süre baktım. Yanlış anlama ihtimalini ortadan kaldırmak için birkaç kelimenin anlamına göz attım. Doğruydu. ‘Biz sınırsızız. Sonradan sınırlandırılırız’ sloganı uzun süredir yüreğimde taşıdığım birkaç yaramı tekrar kanattı.

Kramponlarımı duvara asma hikayem gönül yaralarımdan ilkiydi elbette. Çocukluğumda iyi futbol oynadığımı düşünüyordum hatta kendi yaş grubumda mahalle takımında da oynadığımı hatırlıyorum. Komşu mahalle ile maçlar alır, hatta olmadı rövanşını bile yapardık. Ve bendeniz de her mevkide oynayabilen birisi olarak hatırlıyorum kendimi. Sadece kafa gollerinde biraz eksiğim vardı galiba.

Liseli yıllarımdı. Değil okul takımına, sınıf takımına bile seçmediler beni. Beden Eğitimi derslerinde arkadaşlarla futbol oynarken bir şey fark ettim. Takımlar kurulurken, iki takım kaptanı teker teker futbolcularını alır, ilk seçilenler üzerine kıyasıya tartışma yaşanırdı. Ne ki ben hep son seçilenler arasında kalıyordum. Hatta bazen biz son kalan arkadaşları ikişer üçer dağıtıkları da oluyordu. Bu benim futbolcu gururumu kırsa da futbolumla onları mahcup ederek cevap hakkımı kullanmak istiyordum. O kadar çok koşmama ve gayret etmeme rağmen yine de anlamıyorlardı ve bana futbolumu taçlandıracak gol atma imkanı vermiyorlardı.

Hele o penaltı atışlarında altı kişilik takımda 5 kişilik kadroya girememek bir hayli yıpratıcıydı ve dahası kaleci bile penaltı atışı kullanıyordu. Olacak iş değildi ama oluyordu. Bu hep böyle gidemezdi. Tabii ki itiraz ettim. Arkadaşlarım bana kısaca ve nazikçe “Kardeşim, sen git kitaplarını oku” tavsiyesinde bulundular. Tabii ki hatırı sayılır miktarda kitap okuyordum bunda sorun yoktu fakat futbol konusunu biraz daha zorlamalıydım. Tüm gayret ve yeteneklerim görmezden gelindi ve nihayet o sert kararı almak zorunda kaldım. Evet kramponlarımı duvara astım. “Başta bizim sınıf ve okul takımı olmak üzere Türk futbolu kaybetti.” dedim kendi kendime ama insanlar bunu bile fark etmediler…

Öğrencilik yılları geçip meslek hayatına başlayınca ‘halı sahalarda kendimi göstereyim bari’ dedim. Kramponlarımı duvardan indirdim. Maçta arkadaşların hep stresli olması sorun oluyordu onlara “Nihayetinde biz bize maç yapıyoruz, neden sinirleniyorsunuz” tavsiyesinde bulununca, stres kaynaklarının ben olduğum imasında bulunmaları beni gerçekten üzdü. Ben sınırlarımı zorlayınca meğer onların sinirlerini zorluyormuşum.

Birkaç maçtan sonra arkadaşlarımın beni sadece takım eksik olduğu zaman çağırdıklarını fark ettim. Bana yapılan ‘dolgu malzemesi’ muamelesini kaldıramazdım tabii ki ve tekrar kramponlarım duvarın soğuk yüzü ile buluştu.

İş sebebi ile başka şehirlere taşınmamızı, futbol hayatım için hep yeni bir fırsat gördüm ne var ki insanların bunu fark etmesi zordu. Hatta uzun bir aradan sonra yeni taşındığımız bir şehirde, güzel bir halı saha ayakkabısı alıp eve gelince, eşimin ‘kitaplardan sonra bir de başımıza futbol çıktı’ manasında “Hayırdır” deyip tebessüm etmesi, bende sınırları fazla zorlamamam gerektiği kanaatini oluşturdu.

Şimdiler de oğlum ile futbol üzerine konuşuyor FİFA oyunu üzerinde takım kuruyor ve muhabbet ediyoruz. Oğlumun iyi futbol oynadığını düşünüyorum. ‘Babasına çekmiş’ diyeceğim yine kimse inanmayacak.

‘Sınırlandırılıyoruz, aslında sınırsınız’ mottosunun ben de ilk çağrıştırdığı tecrübe bu. Ha bir de şarkı ve türkü repertuarı geniş birisi olarak, ses tellerimi kramponlarımın yanına duvara asma hikayem var onu da başka zaman anlatırım. Gerçekten sınırlandırılıyoruz.

RAHMET GÖRÜNÜR MÜ?

6 Ağustos 2022

GÖDENE

6 Ağustos 2022

Yorumlarınız

  1. Kramponlarınızın uzun süre nadaslık olması anlaşılır, zaten futbolda müstesna kabiliyetler yükseliyor, diğerleri (yüz binler) zamanla, kafalarını da çalıştırmadıkları için, sürünüyor adeta… Bu alanda yıldızının parlamaması hayır olmuş gibi, belli bir yaştan sonra da yok menisküs, yok başka türlü sakatlıkkar falan; kabiliyetim o kadarmış diyerek tadında bırakmak lazım zaten… Amma ses tellerini sakın asma duvara, duvar ağlar, kramponlarını da ağlatır…

    Bak senin bu güzel yazını, ses telleri hücre arkadaşlarını coşturmuş, şimdilerde İsviçre’den nostalji nameleriyle gönül tellerine dokunmaya devam eden birisine gönderiyorum…

    Cevapla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir