UZUN İNCE BİR YOLA GİRDİM

UZUN İNCE BİR YOLA GİRDİM

HASAN YÜKSEL

Türkiye’de 15 Temmuz 2016’dan sonra binlerce insan bir gecede “terörist” ilan edildi. Darbe girişimi ile alakası olmayan insanlar, önceden hazırlanmış fişleme listeleri ile mesleklerinden ihraç edildi, tutuklandılar, cezaevine atıldılar bir kısmı hala içerde ve hayatları karartıldı. Bunca yaşanılan hadiseyi çoğu kimse anlamadı bile. Mağdurlar da hakkıyla anlatamadı.

Gelecekte -tahminim 15-20 sene sonra- 15 Temmuz olaylarını Türkiye’de araştırmak isteyen biri mevcut mahkemelerin karar ve tutanaklarından akan irini, yandaş gazetelerin zift kadar karanlık iftiralarından başka şey görmeyebilirler. Devletin resmi kayıtlarını, zabıtlarını görünce sayısız yalan yanlış bilgiyi doğru zannedecekler.

Bu resmi kaynakların dışında olayların mağduru bu dönem zorbalarının hışmına uğramış benim gibilerin yazdığı hikâye, öykü, roman, günce, mektup, şiir, deneme, fıkra ve biyografileri belki bu olumsuz durumu değiştirebilecektir.

Müslüman coğrafyasında ve Türkiye’de zaman zaman devlet veya devleti ele geçiren güçlerin vahşiler gibi davrandığı, insan hakları konusunda sabıkasının kabarık, sicilinin bir hayli bozuk olduğu tarih kaynaklarını inceleyenler net bir şekilde görüyor.

Gerek 1937-1938 Dersim olayları…
Gerek 6-7 Eylül 1955 Rumlara yapılanlar…
Gerek 19 Aralık ile 26 Aralık 1978’in Maraş hadiseleri…
Gerek 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenliklerinde Madımak Oteli’nin yakılması ve çoğunluğu Alevi 33 yazar, ozan, düşünür ile 2 otel çalışanının yaşamlarını kaybettiği olay…
Ve gerekse 1980’den beri devam eden Kürdistan’daki savaş…

An itibariyle 6 seneden beridir Hizmet Hareketine karşı yapılan tenkili saymak mümkündür.

Türkiye Devleti tarihi, aynı zamanda, insanlığa karşı işlenen suçların tarihi gibidir. Hangi evresine bakılsa büyük bir haksızlık, bir zulüm görmek pekâlâ mümkündür. Buna rağmen devlet ve devlet yanlısı militaristler her seferinde zeytinyağı gibi üste çıkmasını bilmiştir. Devlet ana olmuş, devlet baba olmuş devlet şefkatli bir kucak olmuştur. Oysa hadise tam tersidir. Barbarlık desen var, savaş, kan, zorbalık, idarecilerinin saltanatlarını sürdürmek adına kardeşini katletmesi var.

Nihayet karınca incitmeyen insanlar topluluğu olan Hizmet Hareketine yaptıkları… İlginç bir şekilde dünya izledi-izliyor.

Gücü bu insanlık suçlarını durdurmaya yeten devletler de izledi. Hala da kayıtsız kalıyorlar. Oysa medeni toplumların 21. yüzyılda yapılan bu ayıba karşı bu kadar pasif bir davranış içinde olmamalıydılar.

Bahar mevsimini anlatan tatlı hikayeler var, bir de kara kışları… İnsana kasvet veren… Yaşantısıyla hikayelere konu olan kimseler vardır; bir de hikayeleri zevkle heyecanla okuyanlar.. Ben bir yol hikâyesi olanlardanım. Türkiye’nin kara kışını yaşamış ve acıklı bir hikâyesi olan…

Zahirine bakılırsa elim bir hikâyedir benimkisi. Başlangıcı hazin ve acıklı. Ortası sabır gerektiren… Nihayeti umut ve mutlulukla tamamlanacak… Ben böyle olacağına inanıyorum.

17 Ekim 2019 tarihinde vatanımı terk ettim ve özgürlüğe kanat açtım.
Daha önce 15 Temmuz 2016 sonrası Türkiye’de yaşadıklarımı “O Gemi geri gelecek” adlı kitabımda anlatmıştım. Ceza evinden şartlı olarak tahliye olunca öz yurdumda parya olmuş, yakınlarım ve dost sandıklarım tarafından itilmiş ve dışlanmıştım.

Çok zor zamanlardı onlar. Kendimi dünyada yırtıcıların, yılan çıyanın etrafta cirit attığı korkunç bir ormanın ortasında sanmıştım.
O günlerde üç tip insan profiliyle karşılaştım:
Birincisi, düşmanca davranan Erdoğan, AKP fanatiği partizanlar.
İkincisi, cehennem ateşinden, cehennem azabından çok daha fazla Erdoğan’ın şürekâsından korkan ve çekinen ödlekler.
Üçüncüsü de “Nemelazımcılar”dı.

Bunların içinde yaşamak benim için mümkün değildi. Her an ensemden baltalayabilir, iftira atabilir, ihbar edebilirlerdi. Daha yeni çıktığım zindana bir kez daha attırabilirlerdi. Bu şartlarda yaşamak ve Demokles’in Kılıcı gibi ensemde dolaşan yeniden tutuklanma tehdidi varken Türkiye’de kalmaya devam edemezdim. Hicret etmeye karar verdim.

Hayattaki en zor durumlardan bir tanesi öz yurdunu terk etme durumuyla karşı karşıya kalmaktır. Başka çarem yoktu ve bir uzun sefere çıkacaktım.
Sele kapılan bir kütük gibi kendimi saldım. Nasıl gideceğim, nereye gideceğim belli değildi. Şairin ifadesiyle:

“Ya rab bu hasrete can dayanmıyor
Zaman kısa ben yorgunum yol uzun
Her adımda bir engel var salmıyor
Zaman kısa ben yorgunum yol uzun
Mümkün mü bu yolda maksuda ermek
Mümkün mü sılada dost yüzü görmek
Aşık’a ar gelir geriye dönmek
Zaman kısa ben yorgunum yol uzun”

Evet, bu badireden bu girdaptan kurtulmak zor ve meşakkatli olacak ama olsun ben de Yunus’un dediğini dedim:

“Cana cefa kıl ya vefa
Kahrın da hoş, lütfun da hoş,
Ya dert gönder ya deva,
Kahrında hoş, lütfun da hoş.

Hoştur bana senden gelen:
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül yahut diken.
Kahrında hoş lütfun da hoş.

Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana safa:
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

Gerek ağlat gerek güldür,
Gerek yaşat gerek öldür,
Aşık Yunus sana kuldur,
Kahrında hoş, lütfun da hoş.”

Gelecek nesillerin de bizim yaşadıklarımızı yaşamaması için dışarı çıkacak ve mücadele edecektim.

NOT: Bu yazı, yazarımızın MÜLTECİ isimli kitabından alınmıştır. Kitap hakkında detaylı bilgi için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz…

BAYRAM DUYGULARI 3

1 Mayıs 2023

ZALİM DÜNYA

1 Mayıs 2023

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir