GERÇEK DOĞUM

GERÇEK DOĞUM

BAHADIR ALİ MUTLU

Ne zaman geldiğini bilmediği bu mekândan, artık ayrılma vakti gelmişti. Birazdan görevliler gelecek Elif’le annesini çıkış işlemleri için götüreceklerdi. Elif, beş buçuk yaşındaydı ve annesinin anlattığına göre, bu dört duvar arasına konulduğunda henüz dokuz aylık bir bebekti. Babası da demir parmaklıklar ardına atıldığından, annesiyle beraber kalıyordu. Geceleri annesiyle beraber uyuyor, gündüzleri annesinin çevresinden hemen hiç ayrılmıyordu. Günün belli vakti beraber avluya çıkarlar, tesbih çekerek yürüyüş yaparlardı.

Avlu denen yer; üzeri dikenli demir tellerle çevrili, dört duvar arasında kalan, on beş adımda biten sevimsiz bir yerdi. Güneş, sadece uzun yaz günlerinde nazlanırcasına kendini gösterir, yılın sekiz, dokuz ayı birkaç metre yüksekten caka satarcasına kayıp giderdi. Elif, sadece bu uzun, güneşli yaz günlerinde, beton zemine serilen battaniye üzerinde oynarken annesinden ayrı kalıyordu. En çok da Büşra ablasıyla olmayı severdi.

Büşra ablasının cana yakın tavrı, insanı kendine bağlayan tatlı gülüşü ve sıcak ses tonu hipnoz edercesine büyülüyordu Elif’i. Daha yirmisini bitirmemiş bu genç kız, anaokulu öğretmenliği ikinci sınıfa geçtiği yaz, dönem birincisi olmanın karşılığını hapse atılarak almıştı. Oldu olası çocuklarla vakit geçirmeye bayılırdı. Onların neşeyle attığı çığlıklar, gülümseyen yüzlerle mini mini koşturmacaları, onun yaşam suyu, mutluluk iksiriydi. Büşra, Elif ve Yusuf için bezden, kâğıt ve kartondan oyun materyalleri üretir, sonra birlikte oynarlardı. Daha canlı olarak görmemiş, dokunmamış, koklamamış olsalar da çocuklar; toprak, ağaç, çiçek, kelebek, tavşan gibi varlıkları hep Büşra’nın çizim ve tasvirlerinden öğrenmişlerdi.  

Yusuf geleli 6 ay kadar olmuştu. Hemen hemen aynı yaştaydı Elif’le. Babasından ayrılmak Yusuf’ta derin bir boşluk oluşturmuştu. Yusuf, çok uzak bir cezaevine gönderilen babasıyla iki haftada bir telefonla görüşebiliyordu. İşin aslı babası konuşuyor, Yusuf gözlerinden inci yaşlar dökerek sadece dinliyordu. Koğuşa geldiğinden bu yana hiç Yusuf’u konuşurken gören olmadı. Yusuf; sadece yemek, içmek, uyumak gibi temel ihtiyaçlarını görür, genelde sesi kısık tutulan televizyonun karşısında akşamı ederdi. Televizyon ise Yusuf’a iyi gelir düşüncesiyle para toplanarak yeni alınmıştı. Elif de televizyon seyrederken bazen Yusuf’a eşlik ederdi. Kendisi, Yusuf için ne ifade ediyordu bilmese de Elif’in kalbinde Yusuf’un ayrı bir yeri vardı. Kendisi de benzeri zorluklar yaşıyor olmasına rağmen Yusuf için üzülür, her elini kaldırdığında Yusuflar için dua ederdi.

Derken koğuş kapısı o tüyler ürperten, soğuk demir gıcırtısıyla açıldı ve çekip çıkardı Elif’i hayal dünyasından. Ayrılık vakti gelip çatmıştı. Dört gözle beklenen bu an, mutluluk ve sevincin hâkim olduğu bir atmosferden çok, hüzün ve şimdiden hasret meltemiyle karılmış bir hava soluklatıyordu herkese. Gardiyanın, annesinin adını okumasının ardından, koğuşta hıçkırıklar korosu bir ağıt tutturdu. Annesine sarılanlar, ardından Elif’i de kucaklıyor öpücüklere boğuyordu. Kucaklaşmalar, hıçkırıklar eşliğinde sürüp giderken yavaş ve ürkek adımlarla yaklaştı Yusuf Elif’e. Bir şey söylemek isteyip de bir türlü karşısındakine açılamayan aşık misali Elif’in karşısında öylece durdu. Elif’i tepeden tırnağa dikkatle süzdü ve elinde tuttuğu boncuk işlemeli kedi figürünü Elif’e uzattı. Neden sonra cesaretini toplayıp, “Güle güle, beni unutma” dedi ve hızla dönüp avluya koştu. Elif’in, Yusuf’tan duyduğu ilk ve son kelimelerdi bunlar.

Vedalaşmanın ardından kapı yine yürekleri dağlayan, haşmetli sesiyle kapandı. Kapanan kapı özgürlüğe mi yol veriyordu? Bütün tanıyıp sevdikleri ile araya set mi çekiyordu? Yoksa bilinmezliğin karanlık gayyasına mı yuvarlıyordu? Belli değildi. Gerçek şu ki Elif önde, iki elinde birer valiz annesi arkada, uzun koridorda gardiyanları takibe başladılar. Çıkış kapısına kadar beş dakika kadar süren bu yol, Elif ve annesi Melike hanımın tüm hayatlarını bir film şeridi gibi hayal perdesinden geçirdi.  

Elif, aslında yeniden doğuyordu. Çocuk kitaplarından, Büşra teyzesinin anlattıklarından ve televizyon ekranında gördüklerinden ibaret hayal dünyası, siyah-beyaz bir resimle full HD bir video arasındaki fark misali renklenecek, canlanacaktı. Okula gidecek, arkadaşlar edinecekti. Elif, bir bisikleti olsun istiyordu. Hayvanat bahçesi ilk ziyaret etmek istediği yerler arasındaydı. Favori evcil hayvanı ise kediydi. Ancak yürüyüş esnasında hiç bunları düşünmedi. Onda ağır basan, merak duygusunun tetiklediği heyecandan ziyade, geride bıraktıklarına duyduğu özlemdi. Çünkü, onun tanıyıp sevdiği kişiler de kısa hayatında biriktirdiği tüm anılar da geride kalmıştı. Bu yüzden, koridor boyunca defalarca dönüp arkasına bakmış, tekrar tekrar sıkıca annesine sarılmıştı.

Koridor boyunca Melike hanımdaki baskın duygu ise kaygıydı. Eşinin çıkmasına daha koskoca üç yıl vardı ve en azından eşi çıkıncaya kadar hem eşine hem de Elif’e bakabilmek adına ayakta kalmalıydı. Kendisine ve küçük kızına destek olacak, güvenilir çok kimse yoktu çevresinde. Kendi anne ve babasını yıllar önce bir trafik kazasında kaybetmiş, eşinin anne ve babası ise kendi oğullarını yok sayıyorlardı. Melike hanımın gidebileceği tek yer, bu süreçte kendisi gibi türlü mağduriyetler yasayan ablasıydı. Şimdi ona misafir olacak, kendine geldikten sonra iş bulup çalışacaktı. Ancak, kanunla öğretmenlik lisansının geçersiz sayıldığını, kendinden önce iş arayan arkadaşlarının ne türlü muamelelere maruz kaldıklarını hatırlayınca, içine bir karamsarlık çöküyordu. Bu duygu ve düşünceler her daim zihnini meşgul ettiğinden, aylardır gözüne uyku girmemişti Melike öğretmenin. Çok şükür ki Çaresizlerin Çare’si, Kimsesizlerin Kimse’si, her şeyi işitip, gören, kudreti sonsuz bir Yaratıcı vardı ve O’na güvenip dayananı O hiç yalnız bırakmazdı.

Genç anne ve masum yavrusu ayakların öne, kaygı ve özlemin geriye sürüklediği gelgitler içinde ulaştılar çıkış kapısına. Dört yıl, sekiz ay, on bir gün önce kucağında dokuz aylık bir bebekle girdiği bu mekândan beş buçuk yaşında, ruhen yaralı kızı ve hayatından çalınan dört buçuk yılın yorgunluğuyla çıkıyordu Melike Hanım. Kapı ağır ağır açıldı ve açılan kapının aralığından koşarcasına içeri süzülen güneş ışığı bir anda içeriyi aydınlığa boğdu. Melike hanım ve Elif’in çıkmasını bekleyen görevli, aydınlıktan korkan yarasa misali, kıvrak bir hareketle kapıyı hemen arkalarından kapattı ve büyük bir gürültüyle demir sürgüyü çekti. Ne garip! Bunca senedir zorla tutulduğun bu mekândan adeta kovalarcasına çıkıyordun. Elif ve annesi Melike Hanım, uzun kavak ağaçlarının gölgelediği, kızıla çalan toprak yolda, yüzlerine vuran ılık güneş ışığını yudumlayarak usulca gözden kayboldular.

KUR'ANLAŞALIM, RAMAZANLAŞALIM

29 Mart 2023

MED-CEZİR

29 Mart 2023

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir