GÜNEBAKAN

GÜNEBAKAN

Doğan YÜCEL / Bosna Hersek

-Ah, o güz yeli! Ah, o güz yeli! diye tekrarladı. Nereden çıkmıştı? Böyle sert esmenin zamanı mıydı, tam da her şey yolunda giderken? Diline dolanan bu sözlerden sonra bir an etrafına bakındı. Yutkundu. Son bir senede başından geçenler gözünde canlandı.

Bir sonbahar gününde başlamıştı serüven. Havalar günden güne soğuyordu. Kışın ayak sesleri duyuluyordu. Bir an evvel ekimlerin yapılması lazımdı. Çuvallar dolusu arkadaşıyla birlikte bir römorka yüklendi. Hasat sonrası sürülen ve ahbunlanan tarlaya doğru traktör yola çıktı. Çiftçi, mivzerle kendilerini toprakla buluşturdu. Toprağın yüzünden birkaç santim alta on binlerce kardeşiyle karanlıktan aydınlığa çıkmaları için bırakıldı. Çiftçi, tarlayı tapanladı. Azotlu gübreyi de önlüğünden avuçlarıyla saçtı. Alnındaki teri çevreyle kuruladı.

Ekildikleri tarlanın yanından küçük bir dere akıyordu. Çuvaldan çıkarılıp kara toprağa serpilince tohumların tek tek hepsi birbirinin benzeriydi. İçlerinden bazıları kaderin cilvesi bu ya dere kenarındaki yılın uzun bir döneminde nemli kalan toprağa düşmüşlerdi. Önceleri diğer arkadaşlarının da kendileri gibi dere kenarında olamadıkları için üzülmüşlerdi. Kendileri her daim istedikleri nemi bulabileceklerdi ama arkadaşlarının çoğu sadece gökten rahmet yağmasını bekleyecekti.

Kışın soğuk günleri geride kaldı. Baharın gelmesiyle birlikte bütün tohumlar gökten inen rahmetle çillendi. Çillenen tohumlar zamanla topraktan birer birer başlarını dışarı çıkardı. Ne güzel günlerdi onlar! Herkes birbiriyle boy uzatmada adeta yarışıyordu. Havalar da güzeldi. Rüzgâr esince yapraklarını birbirlerine sürterek oynuyorlardı. Arada etraflarındaki arkadaşlarının yapraklarını sayıyor kim daha çok yaprak açmış diye bakıyorlardı. Herkes dosttu. Herkes arkadaştı. Ne de olsa çocukluk arkadaşıydılar. Çiçek açmak, çekirdek doldurmak gibi dertleri yoktu. Baharın yağmurları onları besliyordu…

Günler birbirini takip etti. Baharın serin günleri geçti. Yaz sıcaklarının kendini hissettirmesiyle tarla dostları hayatın meşakkatleriyle yüz yüze gelmeye başladı. Havalar iyice ısınıyor, günler daha da uzuyor ve güneşin sıcağı artıyordu. Dere kenarına ekilmeyen çekirdekler yavaş yavaş aradıkları nemi bulamaz oldu. Diğer taraftaki çekirdekler kendileri seçmediği halde bir nem bolluğundaydılar. Suyun varlığı ile birlikte çiftçinin attığı gübrelerle de iyice semiriyor, günlerini gün ediyorlardı. Çiftçi bunların hızla büyümelerini gördükçe seviniyor ve onların bakımına daha fazla özen gösteriyordu. Tarladaki diğer günebakanlar ise haliyle cılız kalmıştı. Semiren günebakanlar suyu ve gübreyi sadece kendilerine verilmiş birer nimet sayıyorlardı. Çünkü bir yanda gübre, bir yanda güneş ve her daim içecek suları vardı. Tarladaki arkadaşlarına başlarda üzülürken zamanla semirmenin de verdiği şımarıklıkla diğer arkadaşlarına “Siz de bizim gibi olun! Güne bakın güne, güne bakın güne” diyorlardı.

Samanlıktaki ayçiçeği tanesinin gözünden bir damla yaş süzüldü. Hayatının geri kalan kısmını hiç hatırlamak istemez gibiydi. Tarladaki arkadaşlarının şen şakrak gülüşme sahneleri onu yeniden alıp hayal alemine sürükledi. Tatlı günler ne de çabuk geçiyordu!

Diğer arkadaşlarını düşündü. Onlar cılız kalmıştı. Ama bütün laf atmalara ve alaya almalara rağmen en güzel şekilde çiçeklerini açıp tohumlarını yağlandırmaya çalışmışlardı. Yaprakları ve gövdeleri çok gelişmemişti. Kendisi ve dostları ise tohum yetiştirmeyi ihmal etmişlerdi. Zamanı gelince yaparız, demişlerdi.

Gövdeleri ve yaprakları büyümüş de büyümüştü. Öyle ki diğer arkadaşlarının güneşlerine bile engel oluyorlardı. Büyümek ve semirmek sanki tarlada sadece onların hakkı gibiydi. Köklerini yaydıkça yayıyorlar ve topraktaki mineralleri sabah akşam doymaksızın topluyorlardı. Kendilerini hemen yanı başlarındaki aynı çuvaldan geldikleri hemcinslerinden üstün görüyorlardı.

Onlara, -Siz iş bilmiyorsunuz, sizden bir şey olmaz, sünepeler” bile demişlerdi.

Diğerleri ise “Bakın, suyunuz ve gübreniz var. Kendinize yetecek kadarını kullanın. Sizin esas işiniz tohum yetiştirmek, yaprak veya gövde büyütmek değil! diye uyarıyorlardı. Ancak onların bu uyarıları semiren günebakanlara fayda etmiyordu. Cılız kalanlardan bazıları da semirenlere imreniyor ve tarlada neden dere kenarına ekilmediklerini sorguluyorlar ve talihsiz olduklarına inanıyorlardı.

Zavallı çekirdek, gözleriyle etrafına bir daha baktı. Bir samanlıktaydı. İçini çekti. Burnunun direği sızladı. Acınası bir haldeydi. Karanlıkta bekliyordu. Oysa o güneşli günler böyle miydi? Hatıralar bugün yakasını bırakmayacak gibiydi. Çiçeklerinin ve tohumlarının olduğu kısmın bir zamanlar ne kadar da büyük olduğu acı bir anıydı artık. Tarlanın öbür taraflarındakiler nasıldı? Onlar cılız ama güçlüydü. Dere kenarına ekildiklerinden kendini talihli saydıklarını ve iyice semirdiklerinden başlarını taşıyamaz hâle geldiklerini de hatırladı. Bu durum hiç de umurlarında olmamıştı. Neyse olan olmuştu artık. Battı balık yan gitsindi. Öbürleri onların yerine çekirdek yapıyorlardı ya zaten! Bu sıcak günlerde çalışmak da neydi? Havalar biraz serinlesin onlar da biraz tohum yapardı..

Kafaları öyle büyümüştü ki su içip gübre yemek yapraklarının kuru kalmasına mani oluyordu. Yaprakları güneş ışığı alamadığından önce soldu ardından kurudu. Zamanla da yavaş yavaş içten içe çürüme ve kurtlanma baş gösterdi.

Bütün bunlar yaşanırken diğer arkadaşları neler yapmıştı. Onları da bin pişman hayaline getirdi. Onlar başaklarında güzel tohumlar biriktirmişti.

Yaz geçmiş. Hasat zamanı gelmişti. Çiftçi, traktörü ile günebakanları hasat etmeye geldi. Başlarda dere kenarındaki görkemli ve çok verim alacağını düşündüğü günebakanların başlarının kırıldığını ve tohumlarının dolmadığını gördü. Onların dışındaki bütün günebakanlar yağlı tohumlarını çiftçiye sundular. Dere kenarında çürüyenleri ise hasat edemedi. Çiftçi bunları biçti. Sonra da öğütüp hayvanlara silaj etti. Kendini bir zamanlar talihli sayan günebakanlar tohumsuz ve işe yaramaz bir durumdaydılar. Samanlığın bir köşesinde ineklerin kendilerini gevip sindirmesini bekliyorlardı. Sadece çiftçinin hayvanlarına silaj olup gitmişlerdi.

Kendisi de onlar gibi çekirdeklerine baksaydı ya! Bir zamanlar “güne bakın güne” denen arkadaşları gibi çekirdeklerinden sızma ayçiçeği yağları çıkarılırdı. Güzel şişelere doldurulur en güzel pasta ve yemeklerin birer parçası olurdu. Bir kısım tohumları da gelecek yıl tekrar ekilip kendisinin soyunu devam ettirirdi.

Birden öfkelendi. Hepsini o Eylül’de esen rüzgâr etmişti. O kadar sert esecek ne vardı? Çekirdekleriyle ilgilenemeden başını gövdeden kırmıştı. Çürümesinin sebebi de oydu. -Ah, o güz yeli! Ah, o güz yeli! diye tekrarladı çiftçi dirgeni saplarken. Sıra ona gelmişti.

CEZAEVİNDE SIRADIŞI KURBAN

28 Temmuz 2021

ABLALARIM AĞABEYLERİM

28 Temmuz 2021

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir