HOŞ BİR SADÂ

HOŞ BİR SADÂ

Beyza Betül Piyade / İngiltere

Allahü’ la ilahe illa… Dillerde aynı kelâm, hislerde aynı cefâ…

O gece Sevim Hanım, bu duayı hep tekrar ettiğini, bu tılsımlı kelimelerin nice kapıları açılır kıldığını anlattı telefonda. Bir kulağım önerileri dinlerken, diğeri bizimkilerdeydi: “Aman terlik al, en azından sırtına bir yelek…” Anneler her zaman en ihtiyaç duyulan şeyleri nasıl bilirler, hiç anlamam. Sırtımda şu an son anda bavula sıkıştırdığı yelek var.

Gün ağarması, güneşin o ilk hevesli ışıkları hep umutlu hissettirmiştir beni. Ama “Geceyi normal yaşamadım ki sabaha nazikçe selam vereyim.” diye geçirdim içimden. Bir anda çıkılmaya karar verilen bu yolculuk, belki de hiç başlamadan, cebren sona erecekti. Çoğu bilirkişinin öngörmesiydi bu düşünce, lakin kapıları açacak olan Rabbim değil miydi? Görüneni görünmez kılacak Vacib-ü’l Vücud değil miydi?

Annemi gözledim arabanın dikiz aynasından. O tılsımlı cümlelerle dudakları kıpırdıyordu. Belli de etmemeye çalışıyordu garibim. İçini günlerdir kemiren o endişeyi, röntgen çeker gibi gözledim yüzünde. Annem değil miydi o, ben de hissederim. Babam, arabaya ilk bindiğinde hemen dudakları kıpırdardı usulca. Gidilecek yolun uzunluğuna göre, üç ya da yedi Ayet-el Kürsi patlatırdı içinden. En azından ben öyle olduğunu tahmin ediyorum. Neşeli adamdır kara yağızım. Sonra basar düğmeye; arabayı günlük güneşlik şarkılar, sohbetler doldurur. Bu sefer ne üç kez tekrar etti ne de yedi. Hiç bitmedi dilindeki o sadâ: Allahü la ilahe illa…

Bu yol normalde dolu olur. Varılacak havaalanına geç varılır. “Aman uçak kaçtı, kaçacak.” endişesi vardır yoldakilerde yolun yoğunluğundan. Bu sefer araba hiç trafiğe takılmadı. Öyle kızdım ki yolun bu dinginliğine! Annemle, kardeşimle aynı havayı biraz daha solumak benim de hakkım değil miydi? Çatacak yer arıyordum belli ki. Sürekli yeşil yanan ışıklara içimden “Hadi canım sen de mi?” derken, dilimde yine aynı sözcükler: Allahü la ilahe illa…

Saat tam 12.35’te Türkiye’den bilinmezliklere kalkacak uçağın görünürde yolcusu olan bendeniz, endişeli gözlerle dakikalardır gümrük polislerini süzüyorum. Acaba hangisinin ellerine teslim etsem kendimi? Hangisi daha yumuşak yüzlüdür de olası bir sıkıntıda anlayış gösterir? Çıkarımlar yapmaya çalışıyorum kendimce. Kaç defa gümrüğün önünde durup polisleri süzdüm, hatırlamıyorum. Ama nafile… Rabbim ne murat buyurduysa, sonuçta onu yaşayacağım. Ya özgürlüğe kanat çırpacağım ya da demir parmaklıklar ardından yaşama tutunacağım! Annem, “Hadi artık.” diyor, “Geçeceksen geç!” Bir anne, yavrusunun hemen gitmesini, bir daha ne zaman, nerede ve nasıl göreceğini bilmediği evladının gözlerinin kendi gözlerini terk etmesini ister mi hiç? İstermiş. Nasıl bir kaygıysa bu belirsizlik? Anneme sarılamadım bile düzgünce. Böyle sımsıkı… O en zor anlarda insana güven ve huzur veren anne kokusunu içime çeke çeke, kalbi kalbime değe değe sarılamadım. Öpemedim o gül kokan nur yüzünü. En çok da bu istek kaldı içimde. Şimdilerde hissediyorum, gurbette en çok bunu özlüyorum.

Gümrüğe yaklaştıkça, dilimdeki kelimeler ruhumdan yeryüzüne daha hızlı akmaya başladı. Bir yandan da seviniyorum. Ağzımdaki maske dudağımın kıpırtısını, o kaygılı ve şüpheli duruşumu bir nebze olsun örtüyor! Oysa Rabb’in kelamını, yine O’nun adaletine sığınarak, zulümden sıyrılıp özgürlüğe kavuşmak için tekrarlıyorum. Nereden bilecekler? Kapıya en yakın memura denk geliyorum. Gidişe daha bir yakın hissettiriyor bu denk geliş. Yüreğimdeki o kaygı ve sızıyla birlikte içim hafif ısınmıyor değil memura. O da içinden bir şarkı mırıldanıyor, sanki Anadolu türkülerinden birisi gibi. O anda anlıyorum ki, Rabbim de o memurun diliyle benim şarkıma cevap veriyor. Daha emin ve ışıldayan gözlerle bakıyorum bir an hayata. Bu heyecanıma eklenen o ‘şılak’ diye her yeri inleten mühür sesi, zulümden kaçış biletimin onay sesi, ruhumun en derinliklerine işliyor. O sesi ömrüm boyu unutmam mümkün değil.

Annem gümrüğün önünde değil. Başörtülü diye şüphe uyandıracağı için geride duruyor. Mühür sesiyle birlikte bir an geri dönüp bakıyorum. Sabırlı görünmeye çalışan babam ve Avrupa’ya gidebilmemin karizmatikliğini yaşayan kardeşime selam çakıyorum. Tıpkı filmlerdeki gibi; bir an için havalı hissediyorum kendimi. Aynı anda yıllarımı hizmetine adadığım ülkemi terk etmek zorunda kalmanın tarifsiz burukluğu… Otuz saniyede iki zıt duyguyu birlikte yaşıyorum. Kalbim; o an ‘çağlayan’ duygulara, ‘sevdiklerimi bir daha ne zaman göreceğim’ belirsizliğine, ‘ben ne yapıyorum’ kaygısına, o bekleyen asude olmasına niyet ettiğimiz meçhul günlerin heyecanına, ‘vatanımdan böyle mi ayrılacaktım’ üzüntüsüne nasıl dayandı hala şaşırıyorum. Öyle ya,dilimdeki dua: Allahü la ilahe illa…

Uçağın kapısının kapanmasıyla yılların yorgunluğunu bir nebze de olsun attığım, kendimi hayallerimdeki gibi özgür hissettiğim kesin. Sakın, “Hayale bak, ne kadar sığ.” demeyin. Yıllardır on binlerce ızdırablı gönlün hayali özgürlük… Ne garip değil mi?

Vatanıma, memleketime bu denli bağlı olduğumu bilmezdim. Ah ne güzeldi turkuaz denizi, toprağının bereketi, tepelerinin enginliği… Oysa daha ne anılar biriktirecektik sahil kenarlarında, ne çok sabahlayacaktık vatanın selameti için masa başında. Nice gönüllere barış ve sevgi mayası çalacaktık daha… İşte son bir kez, bulutların ardından bu duygularla baktım harap, türap olmuş ülkeme. Gelecek baharların hülyalarına dalarak; sevdiklerime, aileme, Asımım’ a ve anneme bir not bıraktım: Hislerde aynı cefa, hayallerde aynı vefa, dillerde aynı sadâ: Allahü la ilahe illa…

FİRAR

9 Haziran 2021

MEVSİMLERDEN LEYLAKTI

9 Haziran 2021

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir