İSYAN AHLÂKI VE SCHOLL KARDEŞLER

İSYAN AHLÂKI VE SCHOLL KARDEŞLER

Recep ATICI /Almanya

 “İsyanı olmayanın ahlâkı da olmaz.” der Nurettin Topçu. O, “isyan ahlâkı”nı haksızlığa, yanlışa ve eğri büğrüye karşı bir iç infial, bir karşı duruş olarak tanımlar. “Eğer bir toplumda isyan ahlakını huy edinen, yani çileyi istirahate, izzetle ölümü, zillete tercih eden birileri varsa o zaman esaretin yanında hürriyet de vardır. Kalabalıklar, halkı kendi sefaletinden kurtarmak isteyen bu kahramanları, her devirde ateşe veya darağacına yollamaktan çekinmemişlerdir.”[1] Bu durum, onların tavrını hiç değiştirmediği gibi aksine heyecanlarını tetiklemiş, güç ve kuvvetlerini arttırmıştır. Bugün ülkemizde, ıztırabı istirahate tercih eden ve zillete boyun eğmeyen kahramanlara çok ağır bedeller ödeten “ahlâktan yoksun, kendi sefaletinde boğulmuş” bir toplumdan bahsediyor olmak hatırlattı bana “isyan ahlâkı”nı.

O zaman, “İsyan Ahlakı” nedir? İsyan ahlakı, ilk olarak Varoluşçu Felsefeciler tarafından kullanılmış olup, başta devlet olmak üzere, bütün otoritelere baş kaldırmak; devleti, kurulu düzeni, her türlü kâideyi ve ahlakî değerleri yok etme düşüncesidir. Bu düşünce anlayışını N. Topçu gibi Müslüman mütefekkirler de kullanmışlardır. Ancak onlar her şeyi kırıp dökme yerine bir insanın kendi inanç, düşünce, his, kanaat ve karakteriyle kendini ifade etmesi; taklit ve şablonculuğa başkaldırması; her meseleyi öz değerlerinin süzgecinden geçirerek kendi idrak ufku itibariyle yeniden değerlendirip kendine mal etmesi şeklinde anlamışlardır.[2]

Bu açıdan insanlık var olduğu günden bu yana -eğer tefessüh etmemişse- fıtratında var olan, iyi ve güzel olanı takdir etme, kötü ve çirkine karşı da diklenmeden dik durma diyebileceğimiz farklı türden “isyan ahlâkı” geliştirmiştir. Bunlardan biri de, “Weiße  Rose” hareketidir. “Beyaz Gül” demek olun ” Weiße  Rose ” Almanya’nın Münih Üniversitesi’nde, bir grup öğrencinin, Nazi rejimine karşı inanç, düşünce, hürriyet ve insan hakları savunuculuğu bağlamında ortaya koydukları pasif bir direniştir. En çok tanınan üyeleri Almanca “Scholl Geschwister” olarak bilinen Hans ve Sophie Scholl kardeşlerdir. Bu hareketin amacı, “Almanya’nın içinde bulunduğu yönetim ve savaş ortamının yanlışlığını, Hitler’in kapalı kapılar arkasında yaptığı soykırımı başta Alman toplumu olmak üzere bütün insanlığa duyurmak ve bu insanlık dışı soy kırım düşüncesini seslerinin ulaşabildiği herkese ulaştırmaktır.”[3]

Sophie, bu hareketin ilk ve tek bayan üyesidir. Ağabeyi Hans ile birlikte hareketin ilk mimarlarındandır. Kontrol noktalarında erkeklere nazaran daha az arandığı için bildirileri gitmesi gereken yere daha rahat ulaştırır. Çok büyük risk altında gönüllü olarak bildirileri farklı adreslerden gönderir ve böylece yakalanma riskini minimize eder. Bu şartlar altında Haziran 1942 ile Şubat 1943 yılları arasında kaleme aldıkları toplamda altı bildiriyi Münih, Stuttgart, Frankfurt, Linz ve Viyana[4] gibi şehirlerde dağıtırlar.

İlk bildiride Almanya’da yükselmekte olan faşizm ve yozlaşmayı, ikincisinde Yahudilere karşı yürütülen sistematik soykırımı, üçüncü bildiride ise diktatörlüğe vurgu yaparak doğrudan Hitler’in baskıcı yönetimini eleştirirler. Hareketin üyeleri çoğunlukla üniversite öğrencisidir Bu öğrenciler üniversiteden profesörleri olan Kurt Huber’i de yanlarına alırlar ve altıncı bildiri hocaları Huber tarafından yazılır.[5]

Savaş yılları olması hasebiyle ülkedeki yaşam şartları çok kötüdür. Cephelerde insanlar, kendine âşık, narsist, egosantrik, megaloman bir adam için can vermektedir. Bununla beraber tarihin en büyük ve aynı zamanda en acımasız soykırımı yapılmaktadır. Halk bu gerçekleri ya görmezlikten gelir, ya da korktuğu için sessiz kalır. Bunun dışında bir de “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” saçmalığını benimsemiş kitleler vardır. Scholl kardeşler öncülüğünde başlayan bu genç ve dinamik hareket ise mazlum iniltilerini dindirmek ve esaretin zincirlerini kırmak için harekete geçer. Onlar, hakperest olmayan, menfaatlerinin zebunu, haksızlık karşısında dilsiz şeytan, menfaatine dokunulmadığı sürece neme lâzım düşüncesine sahip fertlerden oluşan bir toplumun yok olmaya mahkûm olduğunu henüz üniversite çağlarındayken fark ederler. Bunun üzerine kendi imkânlarıyla hazırladıkları bildirileri, basıp çoğaltır ve kendilerine destek çıkabilecek kişileri telefon rehberinden bulup, düşüncelerini onlara ulaştırmaya çalışırlar.

Scholl kardeşler, naiftirler; ancak inandıkları davalarına kendilerini adamışlardır. Onlar, çoğunluk itibariyle üç maymunu oynayan bir toplumda yeşeren kar çiçekleridir. Onların başlattıkları pasif direniş, daha çok müspet manadaki isyan ahlakına benzemektedir. Dolayısıyla meseleyi iradenin davası olarak görüp; kendi inanç, düşünce ve hislerini ifade etme şekli olan -o günün şartlarında elleriyle yazıp çoğalttıkları- bildirileri, kelle koltukta, insanlara ulaştırmaya çalışırlar.

Toplumda bir değişim ve dönüşüm olacaksa bu gençlerin eliyle gerçekleşecektir düşüncesine haiz bu kar çiçekleri, yazdıkları bu bildirileri üniversite kampüsünde dağıtmaya karar verirler. Ancak bu düşünce, sonlarının başlangıcı olur. 18 Şubat günü Münih Üniversitesi’nde Sophie, çantasında kalan son bildirileri balkondan merdivenlere doğru fırlattığı sırada okul hademesi onu fark eder ve Gestapo’ya haber verir. Gestapo, kısa sürede Scholl kardeşleri yakalar ve hemen gözaltına alır. Yapılan sorguda ve göstermelik duruşmada kendi inanç ve düşüncelerinin arkasında duran Scholl kardeşler, vatana ihanet suçundan yargılanırlar. Bu davaya, verdiği iki bin yedi yüze yakın idam kararıyla, “Hitler’in kanlı hâkimi” diye bilinen Roland Freisler[6] bakar. Gençlerin, dört gün süren sorgularındaki cesaretleri, zalimler karşısında eğilmeyecek kadar onurlu duruşları ve hak-hukuk konusunda oradakilere verdikleri insanlık dersleri, hâkim Roland Freisler’i çileden çıkarır. Sophie, Freisler’in nefret dolu gözlerinin içine bakarak: “Bizim bu bildirilerde yazıp söylediğimiz gerçekleri sizler de mutlaka düşünüyorsunuz; ama bunu seslendirmeye cesaretiniz yok, çünkü korkaksınız.” der. Ardından söz alan Hans, kız kardeşinin sözlerini şöyle tamamlar: “Bugün bizi idam ediyorsunuz, fakat yarın sizler bizim oturduğumuz bu sandalyede oturacak, adil mahkemelerde yargılanacak ve idama mahkûm edileceksiniz.[7] Bu onurlu duruşlarına rağmen faşizm, karşısına çıkan bütün engelleri bertaraf etme adına, direniş gösteren ve göstermeye niyet eden herkese gözdağı vermek için vakit kaybetmeden, dört gün sonra 22 Şubat 1943’te giyotinle infazı gerçekleştirir. İnfaza götürülmeden önce Sophie, “Ne kadar güzel, güneşli bir gün ve ben gitmek zorundayım artık. Üzgün değilim, binlerce insan bizim sayemizde uyanır ve harekete geçerse, ben ölmekle vazifemi yapmış olacağım.[8] der.

Bu süreçte ülkemizde de Scholl kardeşlerin duruşuna benzer -burada isimlerini tek tek sayamayacağımız- her kesimden insan, onuruna yakışır bir isyan ahlakı sergiledi. Ancak, meşhur bir sözde dendiği gibi, devirler değişse de cevirler değişmiyor. Dünyanın farklı yerlerinde olduğu gibi benim ülkemde de bunun yüzlerce örneği yaşanıyor. Suçlamalara bakıldığında aynı Scholl kardeşlerde olduğu gibi “vatana ihanet ve terör” yaftasıyla hukukta karşılığı olmayan; bir bankaya para yatırma, gazeteye abone olma, çocuğunu hizmet hareketiyle bağlantılı bir okula gönderme ve ByLock vs. gibi ithamlarla  600 bine yakın insan soruşturma geçirdi ve hala da bu soruşturmalar devam ediyor. Son Birleşmiş Milletler raporuna göre yaklaşık 130 bin civarında insanın hüküm[9] giydiği belirtilmektedir. On binlerce insan aç ve açık bırakılarak yaşama hakkı ellerinden alındı. Soy kırıma maruz kalan binlerce kişi istemese de göç etmek zorunda bırakıldı. Bu gün hala, cezaevi parmaklıkları arkasında binin üzerinde çocuk emekliyor. Tedavisi yapıl(a)madığı ve ilaçları veril(e)mediği için bir sürü insan göz göre göre öldü. N. Kemal’in “Muini zalimin dünyada erbab-ı denaettir, Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insafa hizmetten[10]ifadesiyle ancak resmedilebilecek kolluk kuvvetleri, doğumhanelerden bir sürü yaralı bereli kadını sürükleyerek hapishaneye götürdü. Yasalarda olmadığı için her ne kadar idam cezası verilemese de hizmet hareketini, dünya nezdinde bir terör hareketi süsü verebilmek gayretiyle şeytanı bile kıskandıracak yollara başvuruldu.

Bütün bunlara rağmen hareketin mensupları başta devlet olmak üzere, otoriter yapıya başkaldırmadı,  kurulu düzene ve ahlakî değerleri hiçe sayma gibi bir tutum sergilemedi. Sadece kendi inanç, düşünce, his, kanaat ve karakterinin gereği olarak  kanuni yollara başvurdu. Başta yerel mahkemeler olmak üzere, Uluslararası İnsan Hakları Örgütleri’ne kadar isyan ahlakı çerçevesinde haklarını aradı. Daralan ve küçülen dünyanın en etkili hak arama yollarından biri olan sosyal medyayı kullanarak kendine yapılan zulümleri herkese duyurmaya çalıştı. Bu kadarını bile hazmedemeyen Tiranizm, savaş hukukunu bile hiçe sayarak çocuklara, kadınlara, yaşlılara, engellilere ve kötürüm durumundaki hastalara varıncaya kadar herkese zulmetmekten çekinmedi.

Her ne kadar hukuk, birilerinin dediği gibi bu gün “siyasetin köpeği”[11] olsa da bir gün gelecek, bağımsız yargı devreye girecek ve gerekeni yapacaktır. Şimdilerde ‘Sübliminal mesaj, ByLock vs.’ diyerek masum insanları mahkûm edenler, sanık sandalyesine oturttukları insanların yerinde gün gelecek kendileri oturacaktır. Ancak başları Scholl kardeşler kadar dik olmayacaktır.

Evet, zulm ile âbad olan niceleri gibi gün geldi  Hitler de yıkılıp gitti. Scholl kardeşlere gelince onlar, Alman halkının gönlünde, hatırı sayılır bir saygıyla başlara taç edilmeye devam ediliyor. Başta ülkemizdeki masum insanlara zulmedenler olmak üzere bugün dünyanın dört bir yanında, her kesimden insana zulmeden modern Tiranlar da mevsimi gelince yerle bir olacaklardır. Bazıları daha şimdiden tasını tarağını toplamakta, arkada kalanlar da bozgunun hızını kesme telaşındalar. Öyle inanıyoruz ki, Cenab-ı Hakk’ın koyduğu ilâhî prensipler çerçevesinde, çok yakın bir gelecekte bütün zalimler cezalarını görecek ve bütün mazlum, mağdur ve mahkûmlar da adaletin yerini bulduğu, hak ve hukukun üstün olduğu yeni bir sabaha uyanacaklardır inşallah.


[1] Emine Eroğlu, “İsyan Ahlakı ve Ruh Köleliği” tr724.com

[2] Fethullah Gülen. “İkindi Yağmurları.” İsyan Ahlakı ya da İradenin Davası, Nil Yay. İst. 2013, s.133

[3] Jillian Wales, “Women’s Resistance Efforts in Nazi” Germany 1939–45: Her Story, 230

[4] Wales, a.g.m.,

[5] Beyaz Gül: Sophie Scholl – Sultan Komut – biamag (bianet.org)

[6] Roland Freisler, 3 Şubat 1945’te ABD’nin hava saldırısı sırasında Berlin’de ölür. Ölümünden 13 yıl sonra 1958’de verdiği idam cezalarından dolayı Berlin’deki bir jüri tarafından 100.000 Mark para cezasına çarptırılır. 

[7] Scholl Kardeşler ve… | Fikret Kaplan – Hizmetten

[8] http://www.raoulwallenberg.net/holocaust/articles-20/sophie-scholl-white-rose

[9] Amnesty-Bericht-Tuerkei-Menschenrechte-Mai2018.

[10] Anlamı: “Dünyada zalimin yardımcısı, aşağılık kimselerdir; İnsafsız avcıya hizmetten zevk alan köpektir.”

[11] Bilindiği üzere bu sıfat Doğu Perinçek tarafından kullanıldı.

VARLIĞI ANLAMLANDIRMADA BEDİÜZZAMAN BAKIŞI

1 Eylül 2021

KARDAŞIM, KARINDAŞIM (*)

1 Eylül 2021

Yorumlarınız

  1. Emin bey elinize sağlik. Gözden kaçan hikmet ve hakikatlari güzel tespit etmişsin. Hocaefendinin şu beyani bizi resmediyor. “Bediüzzaman Hazretleri yaşanan problemleri çok önceden sezen ve bunlara uygun reçeteler sunan çok büyük bir dimağ. Ne var ki biz, onun geride bıraktığı âsâr-ı bergüzîdesini hakkıyla değerlendiremedik. Bir hikmete binaen söylediği, “Aklınız almasa bile kalbiniz istifade eder.” sözünü yanlış anladık. Bu söz nice zaman beynimize kement vurdu ve biz de onun mahkûmu olarak yaşadık. Dolayısıyla bu menhelü’l-azbi’l-mevruddan (tatlı su kaynağından) hakkıyla istifade edemedik. Onun derinliklerine açılamadık. Ondan yola çıkarak içinde yaşadığımız çağın hastalıklarına uygun tedaviler geliştiremedik.” Maalesef…

    Cevapla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir