KARDAŞIM, KARINDAŞIM (*)

KARDAŞIM, KARINDAŞIM (*)

Süleyman ÇETİNOĞLU

(06.05.2019/Anadolu Hapishanesi)

Uzaklarda da olsan, gönlümün sevdasına, dilimin duasına, gözümün yaşlarına hep yoldaş ettiğim canım kardeşim, canım karındaşım,

Haber beklerdim senden, gelmezdi. Bilmem neden yazmazsın? İstikbal ipimin bir ucunu vermiştim sana. Hapishanede uzun bir zaman oldu. Zannederdim ki sen sürekli yazacak, ben de yazacağım. Zannediyordum ki titreyeceksin üzerimde. Tam bunları düşünüp, hakkında düşüncelerimi kurgularken mektubunu aldım. Memnuniyetimi paylaştım koğuşta. Ne bileyim? Bir gün olur gözümde tüten yeğenlerimle de beraber gelirsiniz. Bir sürü düştü, silik düşlerdi işte…

Gel, diyemezdim sana. Biliyorum, çünkü uzaklardasın. Beni nasıl görüyorsun? Nasıl buluyorsun? Nedir duyguların? Neler hissedersin?

Günlerimi merak edersin belki de.  Hepsi birbirine benzeyen günler, “dört köşeli günler”, ev aynı, balkon aynı, salon aynı, mutfak ayını, iç içe, aynı yerde. Santimlerle paylaşılan bir hayat burası.

Koğuş dünyasında insan sayısı büyük öneme haiz. Şu ufacık yerde her şey parsellenmiş, paylaşılmış. İki ranza arasına sekiz-on insan düşüyor, düşürülüyor, düşünüyor, düşündürülüyor. Ayın odaya (bu koğuş için) on sekiz kişi sığışıyoruz. Sizin evin salonu kadar yok mekânımız. Hep umutluyuz. Hem mutluyuz, hem de mutsuz… İleride bir günde baş başa kaldığımızda hep bugünleri anlatacağım sana inşallah.

Hapishane… Ufacık bir yerde on sekiz insanın nefesi ile nasiplenen kötülüklerden kurtulacak, iyi birer insan olacakmışız (!) Koğuş akılhane sanki! Aklı kıtlar burada akıl topluyorlar. Adam olamayanlar adam olup çıkacaklarmış(!)

Zaman geçmez, derler hapishanede; yalanmış. Okuyorum, bol bol düşünüyorum da. Bazen sana yazmak geliyor içimden, duygulanıyorum. Annem, babam ve sen; daima yanımdasınız benim.

Okudukça sorular çoğalıyor. Her şeyi ölçüp, tartıp, biçiyorum. Terzisi oluyorum, terazisi oluyorum mazinin ve istikbalin. Ellerim sayfanın birini kapatıp, birini açarken, ben hala bazı satırların sihrinde kalıyorum

Koğuş… Dünyaları ufak tefek, dar bir yer. Ancak koğuş adeta bir medrese, bir mektep. Koğuş bir laboratuvar. Koğuştakilerse birer derya, birer repertuvar. Yüce Allah’ın bir lütfu olarak oralara düşülür madem, buraları geleceğin irfan yuvaları, ocağı, otağı yapalım, diyorum. 

Yatağa uzanıyorum. Sırt üstü uzanmam mümkün değil, reflü rahatsızlığım var veya horluyorum. Horlayınca, horlanmak korkusu ağır basıyor. Sağ olsunlar, burada kimse horlamalardan dolayı birbirini horlamıyor. Her neyse… Ara sıra böyle olurum, kayışı kopmuş motor gibi.

Bugün bütün hızıyla devam eden sosyolojik gürültünün ve kaosun dünü ve temelleri aranmalı. Dünün kabahatini ve kişisini kastetmiyorum. Zaafları ve eksiklikleri ortaya konmalı, birileri Hakk’ı layık olduğu yere tekrar koymalı. Ancak, menfaatperest ve mevkii hayranı kimseler, yüce ideallerin insanı olamazlar. Hükmettikleri insanların ıstırabını duymazlar.  Vicdanlarında yarın hesaba çekilme korkusu ve duygusu olmayanlar, çıkarlarından ve zevklerinden vazgeçemezler.

Benim yerimde bir insan, bütün insanlara, devlete, millete, var olana düşman kesildi. Şimdi kendimi az da olsa zapt u rabt altına alabiliyorsam, bu içimdeki aşktan, iman aşkından ve beni bugün neysem, o yapan bu insan topluluğunun bende bıraktığı muhabbettendir. Yoksa…

Zindan, insanların kendi elleriyle inşa ettikleri zindan; binaları renkli olsa da ruh değişmedikçe yine zindan. Suçunu mahkemelerde öğrenenler, hatta hiç öğrenemeyenler var. Adamlar kurutmak istiyorlar, kurtulmak istiyorlar. Bilmem ki, bunca biricik varlıklarını elleriyle heder etmekte ne fayda görürler?

Onlara göre, zararlı insanlar topluluğu, bu bir avuç fedakâr insan topluluğu… Bilmezler ki, iman ve ameli salih ehli olanlar, ne kadar sıkıntı çekseler, ne kadar iptidalara uğrasalar, iftiralara uğrasalar yine de gönülleri huzur içindedirler. İnsan için ümitsizlik yoktur. Ümit bittiği anda insan bitmiş, dünya değişmiştir.

Küfür ve isyan ile fazilet birleşemeyeceği gibi, isyankâr bir toplum içinde de fazilet takdir edilmez, edilemez. Bu yüzden fazilet sahibi kimseler harcanır gider. Tıpkı bugün olduğu gibi.

Cezayı, daha doğrusu mağduriyeti bütün aile çekiyor. Baba gitti, ev perişan, geçim derdi bir yanda, baba sevgisinden mahrum bebelerin isyanı bir yanda. Analar hem yar kaybetmenin, hem çocuk büyütmenin çilesinde, iki koskoca dağ arasında… Bu en büyük ceza. Bazen burada, rahmetli annemin yumuşak sesini, şefkatli elini, bazen eşimin sevgi dolu bakışlarını özlüyorum. Yanımdakiler ilgi yönünden onları aratmıyor ama ne de olsa onların yeri başka.

Mazlumun âhı aheste aheste, gıdım gıdım gelir, burunlardan gelir. Mazlumların ahı zalimlerin yakasını bırakmaz. Yarın, bir gün birçok hâdiselere gebedir. Diyorum ki; bırakın da insanlık, Allah yolunda olmanın hazzını yudumlasınlar.

Bir an gelecek, kendilerini kurdukları senaryonun pisliğinde bulacak, sonra da imdat isteyecekler. Lakin kimseler dönüp bakmayacak, el uzatmayacak, acımayacak. “Acırsanız, acınacak hale düşersiniz…” Kendi sözlerinin kurbanı olacaklar. Tarih bunların örnekleri ile doludur.

“Demek ey münâfıklar! Fırsatını bulup iktidarı ele geçirecek olsanız, yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık, komşuluk, arkadaşlık bağlarını koparıp atacaksınız, öyle mi? ” (Muhammed Suresi/22) ayetinin sırrınca, bölük pörçük manzara onların eseri. Onlar istedi böyle oldu. İnsanımız inandığından utanır oldu. İnandıklarını yaşamaktan ötürü hicap libasına büründü. İşte onların marifeti bu. “İşte onlar, Allah’ın lânetlediği, hakka karşı kulaklarını sağır, hakikate karşı gözlerini kör ettiği kimselerdir.” (Muhammed Suresi/23)

Yazık bu millete! Kendine sahip çıkmayan, etini yiyenlere ses çıkaramayan bu insan topluluğuna yazık! Sevgi çiçekleri budanıyor, insanlık gülleri kökünden koparılıyor vs. vs.

İnsan, kendinden üstün bir güce boyun eğme fıtratı üzerine yaratılmış. Bu üstün gücü bulamayanlar, daha doğrusu bulmak istemeyenler, kendi yarattıkları, ‘Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde taşıyor’ dedikleri ve taşıdığına da gerçekten inandıklarına boyun eğmişler. İnsan işte! Kendini kandırmada büyük bir beceri, iş sahibi. Kendi uydurduğu yalana, kendini hemen inandıran bir mahlûk.

Düşünen insan hakikatleri çabuk bulur, hakikat avcısıdır. İnsanız ve zaafımız, zaaflarımız var.  Bir nebzecik olsa, takdir bekleyen sözler duymak hakkımız. Ancak…

Ben seni her anda, her mekânda hazır ve nazır bilirdim. Şimdi yoksun, uzaklardasın… Manen de. Şu anı bilmeyecek (bilemeyecek değil) kadar uzaklarda. Bense yapayalnız koskoca salonun ortasında. Ya sen neredesin? Ne diye haberin olmaz bugünden, günlerden? Neden okuyamıyorsun bugünün sosyolojisini?

İnsanların eli çabuk iner, insanlar çabuk yorulur, dayanamazlar. İnsana sırtını dayayan, insan ömrü kadar yaşar. Ona (CC) sırtını dayayan ise ebedi yaşar.

Ya kızlar? Kızlarım benim için birer hazine. Varlıklarıyla aldığım her nefesi aydınlatıyorlar elhamdülillah. Onlar beni hayata bağlayarak, gerçek bir yolculuğa çıkmamın sorumluluğunu yüklemişler. Ayak izlerimi takip ederek, parlak zekâlarıyla eksikliklerimi düzeltip, geliştirmekteler inşallah.

Bekliyorum satırlarını, sevgini, ilgini. Yüreğindeki safiyet umutlandırıyor beni.  Allah bize, Hz. Âdem’in torunlarına yakışacak kardeşlik duygusu ile tevhid dairesi üzerinde sosyal bir ruh kazanmak üzere doğru yolu göstersin. Âmin.

Yeğenlerime kocaman bir gülücük…

Ağabeyin Süleyman.

 (*) Bu mektup, benimle ayrı dünyaları yaşayan kardeşime ceza evine girdikten iki yıl sonra yazdığım ilk mektubumdur.

İSYAN AHLÂKI VE SCHOLL KARDEŞLER

4 Eylül 2021

SONSUZU ARAYIŞ

4 Eylül 2021

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir