PEYGAMBERLER NÖROLOJİK VEYA PSİKİYATRİK HASTA DEĞİLDİR – III

PEYGAMBERLER NÖROLOJİK VEYA PSİKİYATRİK HASTA DEĞİLDİR – III

Psikiyatrist Dr. Semra OĞUZ / Türkiye

ŞİZOFRENİ VE PSİKOTİK HASTALIKLAR YÖNÜYLE HZ. MUHAMMED’İN (sav) HAYATI

Hz. Peygamber (sav), peygamberliğinden önce de sonra da, düşüncesi net, algıları açık bir insandı. Şizofreni veya başka bir ruhsal hastalığın belirtilerinin hiçbiri kendisinde bulunmamaktadır.

Bu bölümde başta şizofreni olmak üzere bilişsel fonksiyonları bozan, insanın gerçeği değerlendirme yetisine zarar veren, duygulanımda dalgalanmalara neden olan psikiyatrik hastalık belirtileri incelenecek ve bu hastalıkların Hz. Muhammed’de(sav) neden olamayacakları ispatlanacaktır.

Şizofreni;

Karakteristik düşünce ve algı bozuklukları, motor anomaliler, bilişsel bozulmalar, avolüsyon ve apati, kısıtlanmış duygusal dışa vurum ve iletişimde güçlükler şeklinde belirtiler ile kendisini göstermektedir. Olağan işlevlerde aşırılık ya da çarpıklık olarak bilinen pozitif belirtiler; sanrı, halüsinasyon, konuşmada bozukluk ve davranış problemlerini içermektedir. Olağan işlevlerin azalması ya da yitimi şeklinde tanımlanan negatif belirtiler ise; duygusal tepkilerde azalma, aloji, avolüsyon, toplumsal geri çekilme şeklinde kendini göstermektedir[15]. Bilişsel bozulmalar da şizofreninin temel semptomlarındandır.

Avolüsyon ve apati yoktur, neden?

Avolüsyon, istek ve irade azalması, amaca yönelik hareketleri başlatamama veya sürdürememe demektir. Apati de duygu eksikliğini ifade etmek için kullanılan bir terimdir.

İradesini ortaya koyduğu konuda tereddütsüz hareket etmesi, düşünceleri ve duygularını harmanlamada ve yönetmede örnek olması hasebiyle bu semptomlar da Hz. Muhammed’den (sav) çok uzaktır.

Mesela Hz. Peygamber (sav), Uhud Savaşı öncesinde sahâbeleriyle istişâre ederken kendisi Medine’den çıkmama görüşünde olmasına rağmen sahâbeleri Medine dışında savaşma yönünde görüş bildirmişlerdi[16]. Fakat istişare sonucunda savaşma yönünde karar verilince karara uygun olarak hazırlıklara başlandı. Sonrasında savaş yönünde rey veren sahabilerin hatasını anlaması ile karar değişikliği taleplerini geri çevirdi. O iradesini ortaya koyduğu zaman geriye bakmazdı. Çünkü “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, ona dayanıp güven. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever[17].” diye emir buyuran kitap O’na (sav) inmişti.

Apati de ondan çok uzak bir özellikti. Duygularını gerektiği gibi yansıtabilmekteydi. Aşırılıktan uzak bir şekilde, bir yakını vefat edince gözlerinden birkaç damla yaş düşerdi. Yanında bir espiri yapıldığında veya komik bir olay cereyan ettiğinde de gülümserdi.

Kısıtlanmış duygusal dışa vurum ve iletişimde güçlükleri yoktur, neden?

Duygusal ifadelerini yansıtmada herhangi bir sorunu olmadığı gibi, iletişim konusunda da örnek alınması gereken bir şahsiyettir. Tane tane ve anlaşılır konuşması, muhatabının durumuna göre kendini ayarlaması ve ifade etmesi ile meşhur bir Zat’tır (sav).

Sosyal olarak o kadar doğal ve toplumunun bir parçasıydı ki, Hz. Peygamber (sav) kadınlar topluluğunun yanından geçerken selam verir, çocukları öper, onlarla selamlaşır, şakalaşır ve hastalandıklarında ziyaret ederdi. Çocukların şefkate muhtaç olduklarını ifade ederdi. Kendisine yaklaşan bir çocuğun yanağını okşayarak bile olsa gönlünü alırdı[18].

Sanrıları olmamıştır

Şizofrenide sanrılar varsanılardan daha sık görülmektedir[19]. Yani şizofreni deyice akla ilk gelen şey halüsinasyonlar olmasına rağmen, sanrılar daha sıktır ve halüsinasyonlardan önce gelir. Sanrı, gerçekçi olmayan ve değiştirilemeyen yanlış inançlardır. En sık görülen sanrı, perseküsyon (kötülük görme) sanrısıdır. Hastaların % 90’ına yakınında bulunur[19, 20]. Herhangi birinden kötülük görme inancı ve buna bağlı olarak paranoid düşüncelerin gelişmesi sık görülür. Perseküsyon sanrısı olan hasta, kişiler ya da örgütler tarafından kendisine ya da sevdiklerine kötülük yapılacağına inanır. Takip edilme, izlenme, telefonlarının dinlenmesi, evine kamera ve mikrofon yerleştirilmesi vb. iddialar bu sanrıya sahip hastaların en sık dile getirdikleri temalarıdır. Hastalık öncesi dönemde henüz psikoz hali tam olarak ortaya çıkmamış durumda iken, insanların bakışlarından rahatsız olma,  “Bana kötü kötü bakıyorlar.” veya “Yolda yürürken herkes bana bakıyor.” tarzındaki ifadeler, ileride gelişecek perseküsyon sanrılarının habercisi olabilir.

Hz. Peygamber’de (sav) bu özellikler bulunmadığı gibi, kendisine kötülük yapan insanları bile Müslüman olduktan sonra en yakının bulundurmaktan tereddüt etmemiştir.

Bu konuda ilk akla gelen örneklerden biri Ebu Süfyan’dır. Ebu Süfyan, Müslüman olmadan önce neredeyse tüm hayatını Hz. Peygamber (sav) ile savaşmaya adamıştı. Müslümanları hüzne boğan Uhud Savaşı, sonrasında çok zorluklar yaşanan Hendek Savaşı tamamen Ebu Süfyan’ın liderliğinde yapılmıştır. Bu savaşlar haricinde de Müslümanlara zarar vermek amacıyla bir çok teşebbüste bulunan Ebu Süfyan, Hendek savaşından sonra bir kenara çekilmeyi ve yönetimi gençlere bırakmayı tercih etmiştir. Daha Ebu Süfyan Müslüman olmadan önce Hz. Muhammed’in kıtlık içerisindeki Mekke’ye yardım göndermesi ve Ebu Süfyan’ın kızı ile evlenmesi, Müslüman olduktan sonra da Ebu Süfyan’ın Müslüman ordusu içerisine kabul edilmesi Hz. Peygamber’in (sav) paranoid bir durumdan ne kadar uzak olduğunun açık bir delilidir[21].

Perseküsyon sanrılarından sonra en sık izlenen sanrı, referans (alınganlık) sanrılarıdır. Referans sanrısı olan hastalar, kendileri ile ilgili olmayan, sıradan, olaylara veya durumlara sanki kendileri ile ilgiliymiş gibi tepki verirler. Mesela kendi aralarında konuşan, gülen insanlar onun hakkında konuşuyorlardır, ona gülüyorlardır, üst kattaki komşu gürültüyü kendisi rahatsız olsun diye özellikle yapıyordur, gazete ve televizyon haberleri onunla ilgilidir, tv spikeri haberleri sunarken ima yolu ile ona gönderme yapmıştır, tv filminde kendi hayatı canlandırılıyordur vb. temalar referans sanrılarında sık rastlanan temalardır.

Hz. Peygamber (sav), peygamberliğinin ilk yıllarında kendisiyle alakalı kurulan komplolara, konuşmalara bile değer vermemiş aldırmamıştır.

Bu konuda şu hadise yeterlidir sanırım:

Velid İbn-i Muğire, Ebu Süfyan, Ümeyye ibn-i Halef, As ibn-i Vail Hz. Peygamber’in (sav) oğlu Kasım vefat ettiği zaman, “Muhammed’in soyu kesildi.” diyerek alay etmişlerdi[4, 6]. Hz. Muhammed, evlat acısıyla yüreği sızlayan bir babayı inciten böyle somut ve insanlık dışı durumlara bile mukabelede bulunmamış, daha sonra bu insanlara bile sinesini açmıştır.

Halüsinasyon görmemiştir, neden?

Bir insanın halüsinasyon görmesi için beynindeki bir takım nöron topluluğunun ciddi bir hasar almış olması gerekir. Bu hasarlar da öyle hemen normal hayata dönebileceği hasarlar olamaz. Bu durum; konunun uzmanları, nörologlar, psikiyatristlerin çok iyi bildiği bir gerçektir. Epilepsi ve şizofreni hastalarına sürücü belgesi verilemez. Çünkü, epilepsi hastasının araç kullanırken nöbet geçirmesinden, kendisine veya başka birisine verebileceği zarardan korkulur. Şizofreni hastalarının ise gerçeği değerlendirme yetilerinin bozulmasından, bilişsel fonksiyonlarının azalmasından dolayı ehliyet almaları mümkün değildir. Araç idaresinde bile sorun yaşayabilecek derecede bir hastalığa sahip bir insanın, 23 sene bir toplumu idare ettiği, gece gündüz devamlı izlendiği, savaşlarda komutanlık yaptığı, 600 sayfalık bir kitabı ezberinde tuttuğu düşünülemez.

Halüsinasyon, genelde korku verici deneyimler halinde karşımıza çıkar. Görsel, işitsel veya başka duyu organlarına ait olabilir. Birbiriyle bağlantılı, tutarlı bir şekilde devam eden halüsinasyon olmaz. Hele 600 sayfalık bir kitap oluşturacak, geçmiş peygamber ve kavimlerin haberlerinden, insanı, toplumu dizayna yönelten, mali konulardan aile hayatına kadar her alanı içeren bir bütünü halüsinasyonla ilişkilendirmek, bu işin profesyonelleri tarafından ciddiye alınan iddialar değildir.

Şizofreni büyük oranda ergenlik dönemi ve genç erişkin dönemde başlayan bir rahatsızlıktır. 45 yaşından sonra başlaması oldukça nadir bir hastalıktır[22]. 40 yaşından sonra Peygamberlik verilmesinin hikmetlerinden biri de belki budur. Her türlü nörolojik ve psikiyatrik hastalığın azaldığı, düşünce ve dimağ olarak en sağlıklı olunan bir dönemde peygamber olarak gönderilmiştir.

Motor anomaliler ve bir takım hareket bozukluklarına da şizofrenide ve psikiyatrik hastalıklarda rastlanılabilmektedir

Hz. Muhammed, vücudu orantılı, hareketleri dengeli ve sakin bir insan olarak bu ithamlardan çok uzaktır. Bu konuda amcasının oğlu ve damadı olan Hz. Ali’nin ifadelerini arz edelim:

“Resul-i Ekrem (sav) efendimiz, çok uzun boylu olmadığı gibi, azaları birbirine girmiş kısa boylu da değildi, orta boylu bir insandı. Saçları kıvırcık değildi, düz de değildi, dalgalıydı. Şişman değildi, yuvarlak yüzlü de değildi, yanakları uzuncaydı. Rengi kırmızıya çalan, beyazdı. Gözleri siyah ve kirpikleri uzundu. Göğsünde göbeğine kadar inen kıldan bir hat vardı. El ve ayaklarının parmakları kalıncaydı. Eklem yerleri ve iki küreğin birleşme yeri olan omurga iri idi. Bir tarafa dönünce (sadece başını çevirmez) bütün vücudunu çevirirdi. Yürüyünce, yamaçtan iniyormuşçasına öne meylederek yürürdü. İki omuzu arasında peygamberlik mührü vardı. O, peygamberlerin mührü (sonuncusu) idi. İnsanların en iyi kalplisi, en şecaatlisi ve en doğru sözlüsü idi. O ahlakça herkesten yüce, muaşere yönüyle de en geçimlisi idi. Onu aniden gören ondan heybet duyardı; bilerek beraber olan, kalpten severdi. Onu vasfeden şöyle derdi: “Ben ne O’ndan önce, ne de O’ndan sonra O’nun gibisini görmedim.” Resul-i Ekrem çabuk konuşmazdı; her işitenin anlayacağı şekilde, tane tane konuşurdu”[23].

Yani ruhsal özellikleri gibi fiziksel özellikleri de en ince ayrıntısına kadar günümüze ulaşmıştır. Onu incelemek isteyen bir bilim insanı ister fiziki, ister ruhsal olarak istediği kadar örneği bulabilecektir.

Örnek Kişilik:

Fransız oryantalizminin önemli isimlerinden Ernest Renan’ın dediği gibi Hz. Muhammed, en zor anlarda soğukkanlılığını korumayı, insanların cesaretini arttırmayı, hafif kusurlara göz yummayı bilmiştir. Gerçek bir önder olarak danışmanlarını seçmeyi, Hz. Ali’nin gönülden bağlılığından, Hz. Ebû Bekir’in dengeliliğinden, Hz. Ömer’in enerjisinden ve Hz. Osman’ın esnekliğinden yararlanmayı da bildi. İnsanlar hakkında hayale kapılmadan onlara sorumluluk ve görevlerini anımsatmayı hiçbir zaman unutmadı[24].

Bilişsel Yetenekler Açısından Hz. Muhammed (sav)

Bilişsel bozulmalar da şizofreni başta olmak üzere pek çok psikiyatrik ve nörolojik bozuklukların ana semptomlarındandır. Bu hastalarda, bellek bozulmaları, yürütücü işlevlerde bozulma, topluma uyum sağlamayı sağlayan beyin işlevlerinde azalma olmaktadır. Hz. Peygamber vefatına kadar son derece açık bir dimağa, 600 sayfalık Kuran-ı Kerim’i ezberinde tutan bir hafızaya, toplumun küçüğünden büyüğüne bütün problemlerine çözüm üreten bir zeka açıklığına sahipti. Öyle ki müslüman olmayanlar bile sorunlarının halli için ve hakemlik yapması için ona müracaat ederlerdi. Dimağ olarak ne kadar açık ve taklitten uzak olduğunu izah için şu hadise tek başına yeter sanırım:

Hz Muhammed(sav) Medine’ye geçince Medine’nin sosyal, dinî ve demografik yapısını ortaya çıkarmakla işe başladı. Ve bu amaçla, o günkü gelenekler için hayli yabancı olan bir teşebbüse girişerek nüfus sayımının yapılması ve şehir sakinlerinin tek tek bir deftere yazılmasını istedi. Nüfus sayımı sonucunda Medine’de 10.000 kişinin yaşadığı, bunlardan 1.500 kişinin Müslüman, 4.000 kişinin Yahudi ve 4.500 kişinin de müşrik Arap olduğu anlaşılmıştır. Hz. Muhammed’in ikinci adımı Medine’nin doğal şehir sınırlarını tayin etmek olmuştur[25]. Medine vesikası ile burada yaşayan toplulukların hayatı tanzim edilmiştir.

Allah aşkına bir düşünelim: O günlerin toplumunda nüfus sayımı, şehir sınırlarının belirlenmesi, farklı inanç ve etnik kökendeki düşman toplulukların birbiri ile ortak yaşamını düzenleyen anlaşma ne demektir? Başka hiçbir hadise olmasa bile bu, tek başına Hz. Peygamber’in nörolojik ve psikiyatrik yönden son derece sağlıklı olduğuna, düşman toplulukları birleştirmedeki dengeli kişiliğine, sıradan ve basmakalıp düşünmeyen yüksek bir beyin işlevine, planlama ve yürütme konusunda son derece gelişmiş bilişsel fonksiyona sahip olduğunu ispata yeter sanırım.

Öfke kontrolünde örnek:

Öfke patlamaları nörolojik bazı hastalıklarda görülebildiği gibi psikiyatrik pek çok hastalığın da bir parçasıdır.

Hz. Enes, 8-9 yaşlarından itibaren 8-10 sene aralıksız Hz. Muhammed’in hizmetini yapmış ve kendi ifadesiyle bir defa bile kötü söze fiili bir şiddete maruz kalmamıştır[4]. Her anı kayıt altına alınmış bir insanın, öfke nöbeti yaşadığı hiç rapor edilmemiştir. Hoşuna gitmeyen bir şey karşısında sadece kaşlarını çattığı belirtilmiştir.

Biz psikiyatristler, poliklinikte ve yatan hasta servislerinde peygamberlik iddiasında bulunan pek çok şizofrenik ve psikotik hasta ile karşılaşmaktayız. Bu hastaların peşinden insan sürüklemesini bırakın, çoğunlukla kendilerini idare edebilecek ve çekip çevirecek kudretten yoksun oldukları görülmektedir. Görsel ve işitsel halüsinasyon (varsanı) deneyimleri ise genellikle korkutucu ve denge bozucudur. Bunların hiçbiri bir bütünlük ve mantık silsilesi içinde değerlendirilebilecek karakterde varsanılar değildir.

Şizofreni, başlangıcından itibaren bilişsel olarak giderek kötüleşmeyle seyreden, topluma uyumu bozan, sosyal ilişkileri zayıflatan ve insanı toplumdan koparan bir hastalıktır.  Tedavisi oldukça zor bu hastalıkta organize işler yapabilmek, bir toplumu idare edebilmek imkansızdır. Bellek problemleri yaşla birlikte genellikle artma eğiliminde olup, öfke patlamaları, saldırgan davranışlar psikotik dönemlerde oldukça sıktır.

Bu nedenle Hz. Muhammed’in (sav) hayatını bilen hiçbir psikiyatrist onun şizofreni olabileceği gibi bir iddiada bulunmaz. Başta da söylediğimiz gibi peygamberliğini tasdik etme, inanıp inanmama bu yazının konusu değildir.

O (sav) etrafındaki arkadaşları tarafından sürekli izlenen birisiydi. Yaptığı her şey takip ediliyordu.

Bir gün, Resulullah (sav) namaz kılmıştı. Namazı, unutarak eksik kıldı. Kendisine: “Ey Allah’ın Resulü! Namazda yeni bir durum mu hasıl oldu?” diye soruldu. “Bunu niye sordunuz?” diye sorduğunda “Şöyle şöyle kıldınız.” dediler. Resulullah (sav) hemen dizlerini bükerek kıbleye yöneldi ve iki adet sehiv secdesinde bulundu, sonra selam verdi ve yüzünü bize çevirerek: “Şayet namazda yeni bir şey hasıl olsaydı ben size haber verirdim. Ancak ben bir beşerim, sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Öyleyse bir şey unutursam bana haber verin. Biriniz namazında hataya düşecek olursa doğruyu araştırsın ve onun üzerine kalanı bina etsin, sonra da iki sehiv secdesi yapsın” dedi[26].

İki rekat namaz eksikliğini uyaran insanların, eğer görselerdi başka ve daha büyük hataları uyarmamaları mümkün müdür? Bu iki rekat eksikliğin uyarısını biz bugün kaynaklarda görmekteyken, ruhsal veya nörolojik bir hastalığa karşı hiçbir belirti görmemekteyiz.

Vefat ettiği zaman 100.000 den fazla ona inanan insan vardı. O zaman Medine’nin yaklaşık 10.000 nüfuslu bir şehir olduğu düşünüldüğünde bu rakamın büyüklüğü daha iyi anlaşılır. Bu kadar insan hastalık belirtileri olsa göremez miydi?

O (sav), ulaşılmaz birisi değildi. Yaşlı bir kadının yükünü sırtına alıp gideceği yere bırakırdı. Bedevi birisi O’nun (sav) yanına gelir ve “Hakkımı ver.” diyebilirdi. Sırtındaki cübbesini bile isterdi bazen. Böyle kolay ulaşılabilen, her an gözlenen, hata – unutma durumunda uyarılan bir insanın hastalığı olacak ve bu hastalık belirtileri dile getirilmeyecek… Böyle bir şey mümkün değildi. 4 rekatlık namazı unutarak 2 rekat kıldırdığı[27] bile bugünlere ulaşıyor ama hastalık belirtileri, semptomları ulaşmıyor olabilir mi? Böyle bir durumun mümkün olmadığı hayatını okuyan hemen herkesin kabul edeceği bir gerçektir.

Hz. Peygamber (sav) her kesim ve yaştan insana hitap edebilmektedir.

Küçük çocuklardan ihtiyarlara kadar her kesimden insan vardır Hz. Muhammed’in çevresinde. Öyle doğal bir hayatı vardır ki o dönem adetleri içinde yer bulmayan çocuk sevmede bile fıtriliğini sürdürmektedir. Torunlarını ve çevresindeki küçük çocukları öpmekte, namaz kıldırırken sırtına bindirmekte bir beis görmemektedir. Küçük bir çocuğun ölen bir kuşu için onunla birlikte üzülmekte ve ona teselli verebilmektedir.

Zengin-fakir, eğitimli-eğitimsiz hemen herkes çevresinde hale olmuştur. Hz. Osman (ra) gibi dönemin en zenginleri, Hz. Bilal(ra) gibi dönemin en fakirleri ile birlikte O’nun çevresinde yer almaktadır. Hz. Ebubekir, Ömer, Halid bin Velid, Amr bin As (ra) gibi dönemin en zeki ve eğitimli kişileri, O’nun etrafında toplanmışlardı. Kendisine düşman olan Ebu Cehil bile O’nun peygamber olduğunu söylüyor ama kavmiyetçilik inadından Müslüman olmuyordu.

Hz. Muhammed’in, cahiliye dönemi Arap toplumu içinde, sonrasında olmadığı gibi, 40 yaşına kadarki peygamberlik öncesi yaşamında da herhangi bir falsosu yok. Herkes O’nu El-Emin diye çağırıyor. Bir insana, içinde bulunduğu toplum tarafından, 40 sene boyunca hiç yanlış yapmaması, dosdoğru olması, hiç yalan söylememesinden dolayı “El-Emin” lakabının takılması küçümsenecek bir hadise değildir. Bu durum psikiyatrik açıdan ise olgun ve örnek bir kişiliği belirtir.

Okuma yazma bilmiyor, taklit edilecek şeyleri öğrenemez.

Okuma yazma bilmeyen birisinin kitap veya birtakım yazılı metinlerden  bir şeyler öğrenme ihtimali de bulunmuyordu.

Aile hayatında çok geçimliydi.

Hz. Muhammed, evinde boş oturmazdı. Hz. Hatice, “Ya Ebe’l-Kasım, yorulma.” deyince O’na, “Bu dünyada dört şeyden hiç hoşlanmam! Onlardan Allah’a sığınırım: Korkaklık, cimrilik, tembellik bir de pislik.”derdi[4].

Barış İnsanı

Hudeybiye, Hz. Muhammed’in barış için çabalaması konusunda verilecek örnekler için yeterli olanıdır sanırım. O’nun hayatı barış ve güzellik peşinde geçmiştir. Yapılan savaşlar savunma ve kendini koruma gayesiyle yapılmıştır. Hatta savaş yapılması gereken bir dönemde Hudeybiye Anlaşması’nı yaparak barışı zorlamış ve tercih etmiştir. Hz. Ömer (ra)’in ısrarlı muhalefetine rağmen, O (sav) barışı seçmiştir. Bu konuda ısrar eden bir insanın, Hz. Ömer’in (ra) psikiyatrik veya nörolojik hastalık emareleri söz konusu olsaydı sessiz kalması düşünülecek şey değildir.

Gönlü insanlara, hayvanlara ve tabiata karşı sevgiyle dolu idi

En çok şefkate muhtaç olan yoksullara, öksüzlere, çocuklara çok merhamet gösterirdi. Bir gün bir çocuğu severken onu gören bir bedevi; “Siz küçükleri çok seviyorsunuz. Benim on torunum var, bir tanesini bile kucağıma alıp sevmem.” deyince, Hz. Peygamber ona; “Senin kalbinde merhamet yoksa, ben ne yapayım? Merhamet etmeyen, merhamet yüzü görmez.”buyurdu.

Hz. Muhammed, çocuklara, engin bir şefkat gösterir; onları kucaklayıp öper, bağrına basardı. Duada bulunması için kucağına verilen bebeklerin üstünü kirletmesini önemsemez, torunlarını omuzuna alıp mescide gider, hatta onlar omuzunda iken namaz kılardı. Namaz sırasında ağlayan bir çocuğun sesini duyunca namazı çabuk kıldırırdı. Kadınların hiçbir şekilde incitilmesini istemezdi[11]. Çünkü O (sav) Kur’ân-ı Kerîm’de “And olsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” âyetiyle[28] özetlenen bir peygamberdi (sav).

Hz. Peygamber(sav), hayvanlara ve tabiata karşı da çok şefkatli ve merhametliydi. Hayvanlara fazla yük yüklenmemesini, iyi bakılmasını, eziyet edilmemesini ısrarla belirtiyor; kıyamet kopacak olsa, bir kişinin elinde de bir fidan olsa ve onu dikmeye vakti varsa o fidanın mutlaka dikilmesi gerektiğini ifade ediyordu[11].

Dengeli Duygulanımı

Aşırı sevinç ve aşırı üzüntü yok Hz. Muhammed’in hayatında. Psikiyatrik ve nörolojik pek çok hastalık duygu durum dengesizliği yapar. Epilepsi hastalarında depresyon ve depresif belirtiler çok sıktır. Şizofreni ve psikotik bozukluklarda ise dengesiz iniş ve çıkışlar olabilmektedir. Hayatının her anı kayıt altına alınmış bir insanın (sav) bu hallerine rastlamıyoruz. Onun sevinci de, hüznü de abartısız ve dengelidir. Çocuğu vefat ettiği zaman gözünden birkaç damla yaş dökülüyordu. Dişlerinin görüneceği kadar ağzı açık güldüğü ise birkaç seferle sınırlıdır. Yani aşırı üzüntü ve depresyon hali olmadığı gibi, hipomani veya mani dediğimiz aşırı mutluluk hali de olmamıştır denge insanının hayatında. O’nda ömrü boyunca hep makuliyet vardır, aşırılık yoktur.

Sağlık ile İlgili Tutumu

Peygamberimizin (sav) ifadesiyle, vücudun kendi üzerinde hakkı olduğunun farkına varmalıdır. Bu sebeple sağlığını bozacak davranışlardan kaçınmalı ve hasta olmamak için kendini korumayı bilmelidir. Nitekim Hz. Peygamber (sav) sürekli oruç tuttuğu için oldukça zayıf düşen birisini: “Kendine işkence etmeni sana kim emretti? “diyerek uyarmıştır[29].

Sahabe içinde hem erkeklerden hem de hanımlardan maharetli doktorlar vardı. Nitekim Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ binti Ebî Bekir ve Şifa binti Abdillah, o dönemde hekimlik yapan hanımlardan ikisidir. Hz. Peygamber, ashabını tıp bilgisini öğrenme noktasında teşvik ettiği gibi, hastalıkların tedavisinde de hekimlere yönlendirmiştir. Bilinçsizce yapılan müdahaleden uzak durulmasını isteyen Peygamberimiz, bir defasında ihtilâm olan yaralı adamın, temizlenmek için mutlaka gusletmesi gerektiğini söyleyenler yüzünden yıkanması ve ölmesi üzerine şu şekilde serzenişte bulunmuştur: “Onu öldürdüler, Allah da onları öldürsün. Cehaletin şifası sormak değil miydi?” demiştir.

Bu bağlamda ehil olmayan kişileri, hayati kararlar gerektiren bu mesleğin alanına girmemeleri hususunda uyaran Hz. Peygamber (sav), “Tıbbi bilgisi olmayan bir kimse doktorluk yapmaya kalkar ve zarar verirse bunu tazmin eder.” buyurmuştur.

Yaklaşımlarıyla bugün de modern tıbbın ilk ilkesi olan “Primum non nocere” (önce zararlı olma!) ilkesini ön plana çıkarmıştır. Sadece tıbbi uygulama ve yaklaşımları bile Hz. Muhammed’in peygamberliğini ispata yetecek örnekler içermektedir.

O, hekimlik mesleğinin ciddiyetine uygun bir disiplin getirmiş, kan aldırdığında bu işlemi gerçekleştiren kişinin ücretini ödemiş, böylece hekimlik yapanların emeklerinin karşılıksız kalmaması gerektiği konusunda da örnek olmuştur[29].

Yani gerektiği zaman tedavi olan ve tedaviyi öğütleyen bir peygamberdi(sav). Kendisiyle ilgili bir durumda da tedaviden sakınacağını düşünmek için hiç bir neden bulunmamaktadır.

Sağlık konusuna girmişken tıp fakültesi yıllarımdan bu yana her duyduğumda hayranlığımı gizleyemediğim şu hadisi de hatırlatmak istiyorum.

“Bir yerde veba hastalığını işitirseniz oraya gitmeyiniz. Bir yerde de veba hastalığı çıkar da siz orada bulunursanız vebadan kaçarak oradan çıkmayınız.”[29].

Lütfen, bunu söyleyen kişi 1500 sene öncesinde yaşıyor, ümmi, okuma yazma bilmiyor. Ama toplum sağlığını ilgilendiren bir konuda bugünlerde ancak önemini kavrayabildiğimiz karantina önlemlerini özetleyen bir emir veriyor. Bu yazıda başka hiçbir şey olmasaydı, sadece bu ifade bile onun zeka, anlayış, toplumu sağlık dahil her yönüyle okuma konusundaki yeteneklerini ispata yeterdi zannediyorum.

Sonuç olarak

Bu konuda bugüne kadar kapsamlı olarak cevap verilmemesi muhtemelen bu iddiaların ciddiye alınmamasından kaynaklanmaktadır. Ama son yıllarda özellikle araştırmaya meraklı lise gençliği bu iddiaları ciddiye alabilmekte ve karşıt görüş bulunmamasını farklı yorumlayabilmektedir. En azından bir takım iddialar ile karşılaşan insanların bu iddialara cevap bulabilmesi amacıyla bu yazı kaleme alındı. İşin ehillerince belki bir kitap formatında bu iddialara cevap vermek gerekir. Biraz aceleyle ve kısıtlı imkanlar içerisinde yazılmak zorunda kalan bu yazıdaki eksiklikler tamamen yazara aittir. İddialara cevap mahiyetinde kısaca verilmiş olan bilgiler özet halindedir ve çok daha kapsamlı cevaplar yazılması için yeterinden fazla kaynak bulunmaktadır. Hayatının her anı kayıt altına alınmış bir Peygamber için (sav) bu iddiaları çürütmek lise düzeyinde araştırma ile mümkündür. Belki Hz. Muhammed (sav) ve diğer peygamberler ile birlikte hadis ve ayetler de incelenerek kapsamlı ve doyurucu bir kitap çağımızın şüphelerine bir cevap olabilecektir.

KAYNAKLAR

1. İzci, F., Epilepsi Hastalarında Aleksitimi, Mizaç ve Karakter Özellikleri. Psikiyatride Guncel Yaklasimlar-Current Approaches in Psychiatry, 2016. 8(1): p. 64-75.

2. Yiğit, A. And C.T. Işikay, Erişkin Yaşta Başlayan Epilepsilere Etyolojik Yaklaşim.

3. Loiseau, J., et al., A survey of epileptic disorders in southwest France: seizures in elderly patients. Annals of Neurology: Official Journal of the American Neurological Association and the Child Neurology Society, 1990. 27(3): p. 232-237.

4. Keskioğlu, O., Siyer-i Nebî. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1995.

5. Bear, D.M. and P. Fedio, Quantitative analysis of interictal behavior in temporal lobe epilepsy. Archives of Neurology, 1977. 34(8): p. 454-467.

6. Hişâm, İ., E.M. Abdülmelik, and H.M.i. Hayatı, es-Sîretu’n-Nebeviyye, Çev. İzzet Hasan ve Neşet Çağatay, AÜİF Yay., Ankara trz, 1971.

7. Işık, H., Müslüman Bilginlere Göre Tevrat ve İncil’de Hz. Muhammed. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2012(1): p. 11-25.

8. Kilavuz, M.A., Anne Baba Örnek Davranışlarının Çocukların ve Ergenlerin Dinî Kişiliğinin Oluşumuna Etkileri. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2005. 14(2): p. 41-58.

9. Buhari, B.ü.l.-H., 11, No: 3281; Müslim, Selam, 24, No. 2175.

10. Gülen, M.F., Kendi Dünyamıza Doğru (Ruhumuzun Heykelini Dikerken 2). 2014: Işık Yayıncılık Ticaret.

11. Sabuncu, Ö., Hz. Peygamber’in Güzel Ahlâkı. 2019, Nida Yayıncılık.

12. Beyhakî, e.-B.s.v.n.-N., s. 217, No: 346; Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, c. 3, s. 129; Emir es-San’ânî, et-Tenvîr, c. 3, s. 365, No: 1831; Ebuşşeyh el İsbahani, Ahlaku’n-Nebî, s. 489.

13. Ebu Davud, E., 91, No: 5002; Tirmizi, Birr, 57, No: 1993.

14. Ankebût.

15. Işık, E. and G. Şizofreni, Format Matbaacılık, s: 450-487. 2006, Ankara.

16. Bozkurt, A., İslam Hukuku Açisindan Bir Prensip Olarak Şûrâ Ve İstişâre. Bartın Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, 2019. 6(11): p. 36-59.

17. Kur’ân-ı Kerim, Â.-i.İ.S., 3/159.

18. Kapar, M.A., Hz. Peygamber-Sahâbe İlişkisi. Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 12(12).

19. Karakuş, G., Y. Kocal, and D. Sert, Şizofreni: Etyoloji, klinik özellikler ve tedavi. Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 2017. 26(2): p. 251-267.

20. Turgut, H. and Ç. Yenilmez, Akut dönemdeki sizofreni hastalari ve psikotik özellikli manik atak hastalarinda sosyodemografik ve klinik özelliklerin sanri türleriyle iliskisi/Relationship among the types of delusions and sociodemographic and clinical characteristics of patients with schizophrenia and acute manic with psychotic features. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2013. 14(4): p. 291.

21. Binici, M., Ebû Süfyân b. Harb. 2001.

22. Sadock, B.J., et al., Kaplan & Sadock’s klinik psikiyatri el kitabı. 2009: Güneş Tıp.

23. Tirmizi, M., No: 3638.

24.       Metin, İ., Bati’da Hz. Muhammed’in Kişiliğine Ve Evliliklerine Yaklaşimlar: Maurice Gaudefroy-Demombynes, Régis Blachère Ve Maxime Rodinson Örneği. Journal of International Social Research, 2016. 9(45).

25.       Çiçek, N., Medine Vesikası Ekseninde İslam’ın Rolü: Hakem mi, Hâkim mi. Genç Hukukçular Hukuk Okumaları Birikimler, 2013. 4: p. 235-244.

26.       Buhari, S., 32, No: 401, Eyman 15, No: 6671; Müslim, Mesacid 89, (572); Ebu Davud, Salat 195, (1019, 1020, 1021, 1022); Tirmizi, Salat, 289, (392, 393).

27.       Tirmizî, S., Buhârî, Sehv 4.

28.       Tevbe.

29.       Köycü, E., Tarihten günümüze insan sağlığının korunması ve tıbb-ı nebevî’de karantina uygulamaları. 2016.

PEYGAMBERLER NÖROLOJİK VEYA PSİKİYATRİK HASTA DEĞİLDİR - II

14 Ağustos 2021

LİDER VE HAMBURGER

14 Ağustos 2021

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir