STRESE DAYANIKLI NESİLLER

STRESE DAYANIKLI NESİLLER

Psikiyatrist Dr. Semra Oğuz / Türkiye

Resilience” ruhsal esneklik ve sağlamlık, strese dayanıklılık anlamına gelen bir kelimedir. Bu makalede resilience konusunda yapılmış çalışmalar günümüze bakan yönleriyle ayet ve hadisler ışığında incelenecektir.

Genetik farklılıklarımız, strese dayanıklılıkta önemli bir etkendir. Gözlerimizin rengi, boyumuzun uzunluğu, kulak memelerinin yapışık olup olmaması gibi, stresle baş etme gücü de bir dereceye kadar genetik özellikler ile doğrudan ilişkilidir. Bazılarımız yaşadığımız olaylar karşısında daha kolay yelkenleri suya indirirken, diğerleri olumsuz durumlardan çok az etkilenerek veya etkilenmeyerek çıkabilmektedir.

Bazı insanlar en öngörülemeyen ve kontrol edilemeyen stres durumlarında bile anksiyete, panik ya da travma sonrası stres bozukluğu geliştirmeyebilir. Ön görülemeyen  durumlarda, esnek bir genetik profil, en olumsuz şartların üstesinden gelmek için yeterli olabilir.

Genetik yapıya ek olarak “resilience” a katkı yapan faktörlerden biri de gelişimsel ortamdır. Gelişimsel açıdan esneklik çalışması 1970’lere kadar uzanır. Bu çalışmanın sonuçlarına göre erken çocukluk döneminde ciddi problemler yaşayanlarda bile “resilience” yaygındır(1).

Çocukluk çağında travma yaşamış, örneğin yetim kalmış çocuklarda yapılan araştırmalarda sonradan sağlanan sağlıklı ve güvenli çevresel ortamın, gelişimi normal olarak devam ettirdiği saptanmıştır(2). Yani, çocukların yaşadığı olumsuz durumlar ve travmalar, ömür boyu taşımak zorunda oldukları bir yük değildir. Mümkün olan olumlu ortam ve yaklaşım sergilendiğinde, yaşanılan travmaların izi kaybolmaktadır.

Doğru koşullar altında, strese dayanıklılık oluşumuna katılan nöral devrelerin doğumdan sonra, hatta yetişkinlikte dahi değiştirilebilir olduğu görünmektedir. Bu da strese dayanıklılık durumunun yetişkinlikte bile artırılabileceğinin göstergesidir.

Bununla birlikte, yaşamın erken dönemlerinde yaşanan ciddi travmatik deneyimler, strese cevap sistemini uzun süreli olarak olumsuz da etkileyebilir. Bunda, travmatik olayın sonunda çevredekilerin o olaya yüklediği anlam,  travmatik olaydan sonra takınılan tavır ve ruhsal durum gibi etkenlerin de önemi vardır. Bu yüzden yaşanılan travmalarda, ilk anda sabır göstermek ve olumlu yorumlamak, büyük önem arz etmektedir.

“And olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.”(3). Yüce Kitabımızda, herkesin imtihanı değişik olmakla birlikte herkesin imtihan ve zorlukla karşılaşacağı, sabrın ise bu sıkıntıları gidermede bir anahtar olduğu vurgulanmaktadır.

“Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.”(4) ayeti, sabır sonunda sadece mevcut durumdan kurtulma değil, eski durumundan daha iyi konuma gelmeye dair bir delildir.

Peygamber Efendimiz (sav) de, “Sabretmek isteyenlere, Allah sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir şey verilmemişti.r”(5)  buyurarak, sabrın ilk şartının istemek olduğunu, sonrasının ise mutlak hayır olduğunu ne güzel ifade etmiştir.

Yine Efendimiz’in nurlu beyanları arasında “Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillâh sözü, mizanı doldurur. Sübhânallâhi ve’l-hamdülillâhi ifadeleri de yerle gök arasını doldurur. Namaz, nurdur. Sadaka (samimiyete) delildir. Sabır, aydınlıktır. Kur’an, senin lehine yahut aleyhine hüccettir. Herkes sabaha çıkar ve (gün boyu yaptıklarıyla âdeta) nefsini satarak ya kazanır yahut kaybeder.”(6) bulunmaktadır.

Peygamber Efendimiz (sav) temizliğin imanın parçası olduğunu ifade ile söze başlamış, Allah’a hamd etmenin ve onu noksan sıfatlardan uzak olduğunu tesbih etmenin yerle gök arasını ve mizanı dolduracak mahiyette değerli mücevherler gibi olduğunu ifade ederek devam etmiştir. Ardından namaz yolumuzu aydınlatan, karanlıktan kurtuluşa vesile olan “nur”a benzetilmiş, sadaka ve verme duygusunun samimiyet ve ihlasla münasebetine değinmiştir. Sabrın ise aydınlık olduğu vurgulanmış, en karanlık gibi görünen musibet anlarından kurtulmanın sihirli anahtarına işaret edilmiştir. Sonra da Kur’an’ın şahitliği belirtilmiştir.

Son olarak ise herkesin sabaha çıkacağı, fakat sabaha çıkarken yaptıkları sebebiyle kazanacağı veya kaybedeceği en güzel bir şekilde ilan edilmiştir.

Dolayısıyla “Sabah olacak mı?” diye endişe etmek yersizdir. Sabah, illaki olacaktır. Önemli olan, karanlık vakitte yapılması gerekenlerdir. Karanlığı aydınlatmak için de “sabır” adeta namazla birlikte zikredilmiş bir ışık kaynağı, aydınlık vesilesidir.

Erken dönemde kontrol edilemeyen ve beklenmeyen bir  travma, sonraki dönemlerde psikopatolojilere sebep olabilse de bazı stres durumları (aileden birinin hastalığı, kaybı, dostluk kaybı, istenmeyen taşınma, iş kaybı) etkin biçimde strese karşı cevap sistemlerini regüle eder. Bu çocukların sonraki hayat dönemlerinde karşılaştıkları zor durumlarla daha kolay baş ettikleri ve daha az fizyolojik ve psikolojik belirti verdikleri görülmüştür(7, 8). Orta derecede stres deneyimi, ileriye yönelik bir çeşit immünite (bağışıklık) sağlıyor gibi durmaktadır. Bu durum, hastalıklara karşı stres aşısı olarak da bilinir(9). Bir patojene düşük dozda maruziyet, ileri dönemdeki stres olaylarına karşı organizmanın daha kolay savaşmasını sağlamaktadır.

Daha önceden hazırlıklı olma ve inanç da stresör faktörler karşısındaki tutumu etkilemektedir. Kur’an Kerim’de bu ne güzel ifade edilmektedir:

“Müminler, saldıran o birleşik kuvvetleri karşılarında görünce: ‘İşte bu, derler, Allah ve Resulü’nün bize vaad ettiği zafer! Allah da, Resulü de elbette doğru söylemişlerdir.’ Müminlerin, düşman birliklerini görmeleri onların sadece, iman ve teslimiyetlerini artırdı.”(10).

Yani stres durumunda esas etken karşılaştığımız faktör değil, bizim ona yüklediğimiz anlamdır. Aynı durum bir grup için travmatik ve olumsuz etki yapabilirken, bir başka grup bu durumdan etkilenmeden hatta daha olumlu şekilde çıkabilir.

İnsanlarda olduğu gibi hayvanlarda da stres üzerinde kontrole sahip olma, strese karşı direnç sağlamaktadır.

Kemirgenlerde ve primatlarda yapılan araştırmalar, stres aşılama hipotezini desteklemektedir. Bir çalışmada, genç maymunlar,17-27. haftalarda kısa süreli olarak anneden ayrı kalmaya maruz bırakılmış, bunun sonucunda davranışsal ajitasyon ve kortizol seviyelerinde geçici artış saptanmıştır. Aynı maymunların, 9 ay sonra, strese maruz kalmayanlara göre, ileri yaşam dönemlerinde yeni çevre karşısında daha düşük doz anksiyete (kaygı) belirtileri gösterdikleri, bazal stres hormon seviyelerinin de daha düşük olduğu saptanmıştır(11, 12). Dahası bu maymunlar, 1,5 yıl sonra daha yüksek bilişsel fonksiyon göstermişler ve  2,5 yıl sonra daha meraklı bulunmuşlardır. 3,3 yıl sonra, stres aşılaması olmayanlara göre daha yüksek ventromedial prefrontal korteks hacmi yakalamışlardır (12, 13). Yani, belli bir süre ebeveyn ayrılığı bu denekleri, kaygılarını kontrol edebilir, bilişsel olarak üstün, merak duygusu gelişmiş ve beyin korteks hacmi artmış hale getirmiştir.

Benzer şekilde insanlarda da uygun şekilde atlatılmış strese maruziyet, ilerideki stresörlere daha dirençli olmalarını sağlamaktadır(1).

Anne ve babasından ayrılmak zorunda kalanlar açısından bu çalışmalar, umut veren sonuçlar içermektedir. Sanki “bir el”, bir nesli daha dayanıklı olması için yetiştiriyor, terbiye ediyor gibi durmaktadır. Burada bize düşen, başta sabretmek, sonra olayları olumlu yorumlamak, moral ve motivasyon seviyesini mümkün olduğunca yüksek tutmaktır. Yapılan çalışmalar, çekilen sıkıntıların ardından insanların strese karşı daha dayanıklı hale geldiğini göstermektedir. Hele çocuklar söz konusu olduğunda, onları bekleyen bir ömür boyunca daha esnek ve güçlü bir kişilik, yüksek bilişsel işlevlerle birlikte ruhsal ve entelektüel olarak yaşıtlarından hep bir adım önde olacaklardır.

Pozitif duygular da stresi tolere etme kapasitesinde önemli bir rol oynar(14). Olumlu duygular geliştirme, sadece ruhsal açıdan değil, fiziksel açıdan da vücuda olumlu tesir etmektedir. Pozitif afekt adaptasyon mekanizmaları ve sağlığı koruyucu faktörler ile ilişkilidir(15). Pozitif emosyon, otonomik uyarılmayı azaltır ve strese karşı negatif uyarılma ile ortaya çıkan kardiyovasküler hızlanmayı iyileştirir(16) ve daha iyi fiziksel sağlık şartları ortaya çıkarır. Pozitif duygulanım, medikal servislerin kullanımını azaltır ve nöroendokrin, kardiyovasküler ve inflamatuar reaktiviteyi azaltır(15).

Benzer şekilde, iyimserliği  artmış psikolojik refah, daha fazla yaşam memnuniyeti ile ilişkilidir(17). Optimistik bakış açısının büyük oranda kalıtsal olduğu düşünülmektedir. Ancak motive bireyler, pratik yaparak optimistik bakış açısı geliştirebilirler. Optimistler sorunları sınırlı ve geçici görmek eğilimindedirler. Diğer taraftan kötümserler, sorunları kalıcı ve yaygın olarak görme eğilimindedirler ve depresyona çok daha yatkındırlar. İyimserlik, aynı zamanda uzun yaşam ile de ilişkili bulunmuştur(18).

Kutsal Kitabımızdaki şu ayet, sanki bu durumu özetlemektedir:

“Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: ‘Düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan kendinizi koruyun!’ dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını artırır ve ‘Hasbunallah ve ni’me’l-vekil’, ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!’ derler.”(19).

Minnettarlık, hayata karşı genel takdir görünümüne ilişkin bir başka olumlu duygudur. Sosyal destek ve teşvik ile bireylerin stres ve depresyondan korunduğu gösterilmiştir(20). Yüce Kitabımızın “Hamd” ile başlamasının pek çok hikmetinden biri de bu olsa gerektir.

Sonuç olarak söylenebilir ki; bazen olumsuz olarak algıladığımız olaylar, ve yaşadığımız istenmeyen durumlar, hem yetişkinler hem de çocuklar için stres aşısı gibi etki etmektedir. Bu istemeden aldığımız stres aşısı, gelecekteki olası stresörlere karşı bizi daha dayanıklı hale getirmektedir. Gelecekte ortaya çıkabilecek pek çok olumsuz durumda, insanların çoğu yılgınlık ve bezginlikle kendini geri çekerken, bugün strese maruz kalmış yetişkinler ve çocuklar problemleri tereyağından kıl çeker gibi çözüme kavuşturacaklardır. Özellikle gençler ve çocuklar için bugün yaşanan travmaların, stres aşısı etkisi yaptığını ve geleceğin yönetici sınıfının yetişmekte olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

KAYNAKLAR

1.Masten AS, Obradović J. Competence and resilience in development. Annals of the New York Academy of Sciences. 2006;1094(1):13-27.

2. Masten AS. Ordinary magic: Resilience processes in development. American psychologist. 2001;56(3):227.

3. Bakara suresi 155. ayet (2/155).

4.  Zümer suresi 10. ayet 39/10.

5. M2424 Müslim Z, 124; B6470 Buhârî, Rikâk, 28.

6. M534 Müslim T, 1.

7. Boyce WT, Chesterman E. Life events, social support, and cardiovascular reactivity in adolescence. Journal of Developmental and Behavioral Pediatrics.

8. Khoshaba DM, Maddi SR. Early experiences in hardiness development. Consulting psychology Journal: practice and research. 1999;51(2):106.

9. Rutter M. Resilience: some conceptual considerations. Journal of adolescent health. 1993.

10. Ahzâb Suresi 22. Ayet.

11. Parker KJ, Buckmaster CL, Schatzberg AF, Lyons DM. Prospective investigation of stress inoculation in young monkeys. Archives of general psychiatry. 2004;61(9):933-41.

12. Lyons DM, Parker KJ. Stress inoculation‐induced indications of resilience in monkeys. Journal of Traumatic Stress: Official Publication of The International Society for Traumatic Stress Studies. 2007;20(4):423-33.

13. Parker KJ, Buckmaster CL, Justus KR, Schatzberg AF, Lyons DM. Mild early life stress enhances prefrontal-dependent response inhibition in monkeys. Biological psychiatry. 2005;57(8):848-55.

14. Fredrickson BL, Tugade MM, Waugh CE, Larkin GR. What good are positive emotions in crisis? A prospective study of resilience and emotions following the terrorist attacks on the United States on September 11th, 2001. Journal of personality and social psychology. 2003;84(2):365.

15.  Steptoe A, Wardle J, Marmot M. Positive affect and health-related neuroendocrine, cardiovascular, and inflammatory processes. Proceedings of the National Academy of Sciences. 2005;102(18):6508-12.

16. Tugade MM, Fredrickson BL, Feldman Barrett L. Psychological resilience and positive emotional granularity: Examining the benefits of positive emotions on coping and health. Journal of personality. 2004;72(6):1161-90.

17.  Klohnen EC. Conceptual analysis and measurement of the construct of ego-resiliency. Journal of personality and social psychology. 1996;70(5):1067.

18. Danner DD, Snowdon DA, Friesen WV. Positive emotions in early life and longevity: findings from the nun study. Journal of personality and social psychology. 2001;80(5):804.

19. Âl-i İmrân Suresi 173. Ayet.

20. Wood AM, Maltby J, Gillett R, Linley PA, Joseph S. The role of gratitude in the development of social support, stress, and depression: Two longitudinal studies. Journal of Research in personality. 2008;42(4):854-71.

AĞAÇ KABUĞU YEMEK

20 Haziran 2021

ESMÂÎ ÇOKLUK, ZÂTÎ BİRLİK

20 Haziran 2021

  1. Son yaşadıklarımızı düşünerek okuyunca ilaç oldu. Allah razı olsun…

    Cevapla
  2. Ellerinize sağlık, oldukça ümit verici bir yazı. Kendi gözlemlerime dayanarak da söyleyebilirim ki özellikle çocukluk döneminde stres ve sıkıntıya maruz kalanlar eğer görece aile hassasiyeti olan bir ortamdalarsa daha « résilience «  olabiliyorlar

    Cevapla
  3. teşekkürler güzel bir yazı olmuş…

    Cevapla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir