GURBETTE KURBET

GURBETTE KURBET

DOĞAN YÜCEL

Gündüzler iyiden iyiye kısaldı. Gökte asılı kocaman meşalenin tenleri ısıtmadığı bir gündeyiz. Dallarda kalan tek tük ayva güzün bittiğinin habercisiydi. Soğuktan insanların kat kat giyindiği bir mevsim. Meşelerin kestanelerin sanki soğuktan elbiseleri sıyrılıp dökülmüştü. Sararıp dökülen yapraklar soğuk asfaltın üzerinde üşümüş ve ıslanmıştı.  Bacalar kurumlu ve ocaklar ateşliydi. Yağmurlar çiseden yağıyor, güneş arada bir görülüyordu.  Geceleri sular billur, çatılar kırağı.

Kışın hemen öncesi bir günün gecesiydi, rahmet su zerreleri halinde havada süzülüyordu. Gözler buğulu, hava dumanlıydı. Yerle gök birleşmiş gibiydi. Bulutlar adeta saçları okşuyor, tekerlekler sanki göklerde yere temas etmeden dönüyordu. Belli belirsiz bir motor uğultusu nefes alıp vermeler esnasında. Aracımızdaki sekiz gözle semada hareket edercesine yolumuzdan başkası görünmüyordu.

Gecenin esmer örtüsünün altında birileri feda istasyonunda gündüzün ışığından beri varlarını “başka yerlerde” kurban edenlerin listesini okumuştu. Tekbirlerle, tazimlerle sırat bineği haline gelmiş “yakınlıklar” gidecekleri her haneye “Ben geldim.” deme kıvamındaydı. Sekiz göze sekiz insan daha eklenince fecrin alaca aydınlığında secdelerle de kurbetlerin kurbeti yaşandı. İnsan olmanın gereği olarak birkaç bisküviyle nasiplenip verene şükürler edildi.

Bagajımızda 60 yürek dolusu sevgi yüklüydü. Günün ilk çeyreği geride kaldığında gözler otobanın siyahında kesik beyaz çizgileri görüyordu. Sekiz göz her geçen dakika puslu camdan gelinecek yere biraz daha yaklaştığına şahitti.

Birilerine yakınlığı hissettirme adına üç buçuk saat döndü tekerler. Yollar kıvrım kıvrım, yeşil ton ton. Arada tuvalin üzerine sarının kızıla çalan dokunuşları görülüyordu. Saatimiz 10’u gösterirken orası da bize kendini gösterdi. Devamında uzaklarla yakınlar bir araya geldi. İki dost insan, imamla müezzin yanımıza geldi ve “Gelişiniz, bayramınız mübarek olsun!” dediler.

Köy, bulutlar üzerinde yüzer gibiydi. Çınarlar, köknarlar ve çamlar başları yerden uzaklıklarıyla ötelere yaklaşıyordu dört yanda. Tepeler, yeşil desenden örtüsüne bürünmüştü soğukta. Billur akan soğuk sular sıcak denize yakınlaşma heyecanıyla taştan taşa şırıl şırıl… Köyde insanlar çoklukla yaşını başını almış kişilerdi. Bu insanların en yakınları akrabaları hep memleketlerinden uzaktaydı. Bayram zamanı buralarda yaşlılar ailelerindeki gençlere giderken bu sefer ilk defa gençler onlara gelmişti. Üçte biri Müslüman bu köyde üç gayr-i müslim teyze de “Bayram şerif mübarek olsun!”larla bu sıcaklıktan ve beraberlikten geri duramadı. Onların da yakınları uzaktaydı. Kendileri ve aileleri için hediye edilen kurban eti tebessümlerine vesile oldu. Kurban; galiba onların her yıl gördükleri ama belki de hiç paylaşamadıkları bir bayramdı.

Bu öyle bir sıcaklık ki uzak yakın herkesin yüreğini ısıttı. Aradaki buzları eritti. Pencereleri birbirine bakan bu uzak komşular kalben birbirlerine yakınlaştı. Her gün görüşen yabancılar tanış oldu. Evlerin beton duvarlarının soğukluğuna inat çehreler sımsıcaktı. Taşlar soğuk olsa da simalar havaya inat tebessümlerle güller açmıştı. Yaprakların döküldüğü mevsimde yanaklarda güller gonca goncaydı.

O soğuk günün simgesi bir küçük kız vardı büyüklerin arasında. Güler yüzüyle bayramın neşesiydi günün aydınlığına aydınlık serperek. Geçtiği her yerde tatlılıklar, şirinlikler etti.

İçimden ‘bayramların çocuklarla güzel’ olduğu geçti. Belki de güzel bayramlar da hep çocukken yaşanıyor gibi geldi kalbime. Bilmez garipliği, uzaklığı, yakınlığı… Az nedir acaba çok var mıdır?

Ötelere yakın bir büyük(anne) vardı. Dünyası yıllardır seslere uzak. Gözleri aydınlıkla dopdolu. Bunca uzunluktaki ömründe ilk defa birileri hem de kendileri gurbette olan misafirler garipliğini ondan uzak etti. Bildiğimiz sesler ondan uzak olsa da kim bilir o yorgun yüreğinde neler duyuyordu? Bu büyükanne kendisini görene hüzün tohumları ekiyordu. Gurbet diyarda yüreğimde nasırlaşmış bir anne eli öpme hasretini giderdim. Anneler sağken de oğullar öksüz, babalar varken de evlatlar yetim olabiliyormuş dedim kendimce.

Bir başka hane.. kapıdan ve pencereden uzak.. duvarları soğuğa, çatısı hep yağmura yakın. Bir sevinç ve bir tatlı tebessümle çehreler ısındı. Akşam yaklaştığında “yakınlıklar” menziline ulaşmıştı. İki yakın, her gelinen yuvada Yaradanın evinden uzak olmamalarını istiyordu.  Bugün insanların sineleri dağıtılan kurban etiyle sözlerin tesirine açık hale gelmiştir, diyorlardı.

İmam Efendiya, akşama yakın evinde gelenlerle gelinenleri kaşık arkadaşlığında buluşturdu. Bayram ancak böyle bayram olurdu. Bayram; gelinince, paylaşılınca bayram. Yorgunluk, çalışmanın varlığı bilinsin diye lûgate konulmuş. Uzaklık ise sevgiyi artırsın diye var gibi. Sobanın meşe odunuyla ısıttığı şirin odada sıcak kelimeler, sıcak anlar, sıcak gönüller, sıcak…

Döndük tekrar gelelim diye. Gitmeden gelemezdik. Yola çıktık. Sonrasında tekerler, aynı yolda bu sefer ertesi sene tekrar bir yakınlaşma fırsatı daha görebilme ümidiyle dopdolu döndü döndü. Gün, erteye tarih emanetini devredip mazideki arkadaşlarının yanına giderken önce arabalar ardından gözler günden ayrıldı bir bir.

S'ONSUZ AŞK

29 Haziran 2023

BAYRAMLAŞALIM

29 Haziran 2023

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir