Yadigar’a Mektuplar 3
TÜLAY YILMAZ
Sevgili Yadigar,
Bu mektup özlemle yazılıyor şimdi. Sessiz sessiz konuşarak iyileşmek ümidiyle. Diyardan diyara, uzaktan uzağa akan “Çoban Çeşmesi” gibi. Suyun akışında gizli anlamlar var elbette. Mektuptaki kelimeler de akıyorlar aramızda su misali. “Nasılsın?” demeden nasıl olduğumu yazmak istiyorum sana. Sebebi sana malum sıkıntılarımla beraber duruyorum buralarda. Öyle oluyor ki hayatın bana çelme taka taka yürüttüğünü hissettiğim ruh haliyle kardeş gibiyim. Yürüyor muyum onu da bilmiyorum. Bazen koşuyorum bazen çok yorgun hissediyorum kendimi. Mecalsiz… İyi olmaya ihtiyacım olduğunu hatırlıyorum ve mecburen ayağa kalkıyorum. Bu mektup da bir ilaç misali bana. Seninle sessiz konuşmayı özledim.
Neden bilmiyorum inan bilemiyorum gözlerimde boncuğa dönen yaşlarımın bu kadar hızlı ve çabuk beni terk edişini. Mektup yazarken oluyor bu hal. İçimde bir çağlayan coşuyor kelimelerden. Kimi serin kimi bunaltıcı duygular çarpıyor içime. Şöyle bir etrafıma bakıyorum. Uzaklarda değil şükür çok yakınlarımda gülümseyen insanlar var hep etrafımda. Karşılaştığı her yüze selam verenler var gülümseyerek sonra. İnsan olduğun için sana değer verenler var. Hayvanları bu kadar çok sevenler önce insanları sevmeyi aşıp gelmişler o mevkilere. İnsanlığın yaşayan timsalini görmek iyi geliyor bana. Sonra kardeşlerim(iz)… Görünce gülümsediğim hemen. İşte böylece bir huzur iklimi birikiyor içimde. Eksik yanlarıma koyuyorum güzellikleri. Düşersem yorgunluğumdan eğer onlar bana bir tutam yaşama sevinci olsunlar da kalkayım ayağa diye.
Buralar çok yeşil Yadigâr. Buralar cennet numunelerinden yerlerle bezenmiş. Bunları sana anlatmam seni bunaltır mı karanlığa inat kurduğum cümlelerimle seni yorar mıyım? Nasıl olur bilmiyorum içerde karanlığı tarif etmeni beklemek. Karanlık… Ah soğuk ah o anlattığın soğuk zemin her şeyin demirden soğukluğu… Üşümek sonra… Sıcakların hayaliyle ısınmaya çalışmak belki. Peki ya orada hepinizin yaşadığı o tat o acı, buruk ve yalnızlık habercisi karanlık! Kimi geleceği, kimi geçmişi kaplayan ama içine aldıklarını yutan bir duygu. Andre Gide’nin bir kitabındaydı karanlığın bir tarifi, bilmeyen bilinmeyen her şeydi karanlık. “Kitap okumasını bilmeyene kitaplar karanlık” sözü kalmış en çok da aklımda. Hakikaten bilmekten geçiyor her şey değil mi? Sevmekten de geçiyor insan olmanın anlamı. Sevmek ve bilmek… Hakikaten Yadigâr, kainat kitabını okumasını bilmeyen insan için ne ki göller, ağaçlar, çiçekler ve devasa yeşil bitmez alanlar…
Ama sen mektubunda ne de güzel anlatmışsın Yadigâr o nahif ifadelerinle “karanlık” kelimesini. Mektubunun her satırında o kadar çok sır var ki kalp sandığıma kilitlediğim. Nasıl yazmıştın: “Dışarıdan bakanlar için karanlık görünen bu yerler içindeki kişilerle güzelleşiyor, aydınlanıyor. İbrahimvâri (as) devasa ateşler gülistana dönüşüyor.” Ah Yadigâr ah canım hocam, kardeşim…
Şimdi bir gece vakti yazıyorum sana bu mektubumu. Herkes derin uykusunda. Ben sessiz sessiz sana duygularımı anlatıyorum. Hani konuşurken bölünen o hal yok bende. İçeriye biri girmeyecek mesela, yavrularımdan biri bir şey istemeyecek, duyduğum bir dijital ses dikkatimi dağıtmayacak ve işte gecede yağmur sesinin verdiği huzur ve akıcı kıvamda mektup doğacak Yadigâr için dünyaya yadigar olacak.
Senden mektup almak Yadigâr, nasıl nasıl duygular yükledi içime bilemezsin. Zamanının bir anında sessizce benimle konuşman, anlatman dertlerini ve anlaman dertlerimi… Dualarında olduğumu bilmek yine ve dualarımda hep anmak ismini ve emsalin olan kardeşlerimi… Bir de benden o ilk mektubu almadan bahsetmişsin ya yanındaki kardeşlerine. Yüzümde bir tebessüm. Kalplerimiz kardeşliğimize bir kez daha şahitlik etmiş ne güzel. Dünyanın bir ucundan bir ucuna giden asıl yolu Rabbimiz kalplerimize kurmuş. Zamansız, mekansız ve en önemlisi de çıkarsız hem sâfiyâne… Okuduğunu yazmışsın mektubunda. Kitaplar birikmiş zihin haznende ne güzel . Okumak sana hep çok yakışırdı şimdi de güzel bir libas olmuştur soğuk duvarlara karşı üstünde. Halin de bir kitap gibiydi senin. Etrafındaki kardeşlerinin de okuduğu şimdilerde. Mektubunda: “Öz yurdunda garipsin/ Öz vatanında parya! diyen şair gibiyiz” demişsin Yadigâr. Hepimiz öz yurdumuzda değiliz ya buralar da öyle aslında. Gariplik boyası çalınmış üstümüze. “Gariplik muştu bize/ Ta elestü bezminde pay oldu düştü bize” dediği gibi şairin. Hepimiz gariplik payesiyle müjdelenmişiz işte Yadigâr, “Gariplere müjdeler olsun!” fermanını hatırladın mı? Yadigâr, hayat bir kehribar tesbih gibi çarpıyor bazen. Takır takır dolanıyor kalbe duygular. İyi gelmiyor insana kendiyle baş başa kalmak. Zorda kaldığı anlara tekrar şahitlik etmek iyi gelmiyor. Siz orada nasıl duygular içindesiniz? Senin başka bir yere sevk edilmiş olacağını duyunca çok daraldı içim. ‘Bir güzelce gitse…’ dedim hep dua ettim. Senin de dua ettiğini tevekkül ve teslim halini hayalen göre göre dua ettim. Mektubumun başına yazdım bir kelime… Dua niyetli. Her mektubun başında devamını okuyacaksın Yadigâr. Sonra da oraya öylece yazmamın sebebini.
Yadigâr sen mektubunu “Beni, bizi soranlara selamlar” diye bitirmiştin. Okuyorlar sana yazdığım mektupları. Beni tanıyan herkes Yadigâr hocamı da tanıyor mektuplarımdan. Kimi dostlara hatırlatma oluyor. Nimet, Nuran, Seyda, Filiz, Emel, Sacide, Kerime sana hasretle okuyorlar bu mektupları. Rabialar var Fatmalar, Ayşeler, Yaseminler, Teslimeler, Habibeler, Reyhan, Nihal, Derya, Emine, Büşra, Merve, Kübra, Elif, Arzu, Songül, Müge, Betül, Beyza, Zeynepler, Mürüvvet ve Hansalar var sonra okuyunca seni uzaktan uzağa tanıyan… Nice abi ve ablalar daha! Hepsinin ve buraya ismini yazamadıklarımın ismi gibi dualarına senin için “Gülseren” ablalarımın selamları var çok. Hepimiz için hepinize…
“Ayrılıkları kaldır aradan / Yâr aradan / Yaradan” dizelerini bırakıyorum buraya son söz olarak dua niyetimle Yadigâr…
Allah güzel yerlerde, güzel günlerde, Firdevs’te kavuştursun.
Kaleminize, yüreğinize sağlık…