DİK DURMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

DİK DURMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

Özgür EĞİLMEZ / Almanya

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem,
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem,
Yumuşak başlı isem kim demiş uysal koyunum,
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.
Mehmet Akif Ersoy

Dik durduk, zalimin zulmüne ortak olmadık elhamdülillah.

Bizim için asıl felaket, zulme duyarsız kalmak olacaktı. Kalmadık elhamdülillah.

Elif gibi dik durmanın bir bedeli vardı, ödedik ama yolumuzdan dönmedik elhamdülillah.

Dert çektik, çile çektik. Zalimlere eyvallah çekmedik elhamdülillah.

O razı olsa bütün dünya küsse ehemmiyeti yok, eğer o kabul etse bütün dünya reddetse tesiri yok.” dedik ve sabrettik elhamdülillah.

Gün değişir, ama hakikat değişmez dedik. Mevlana’nın ifadesiyle, günün adamı değil, hakikatin adamı olmaya çalıştık elhamdülillah.

Ahmet Altan, Ölmek Kolaydır Sevmekten isimli romanında, “Rabbinin karşısında eğilmeyen beşerin karşısında eğilir. Rabbinin karşısında ne kadar eğilirsen, beşerin karşısında başın o kadar dik olur.” diyor. Geminin altı delinirken sessiz kalanlar, bize de sessiz kalın diyorlar. Oysa beraber batıyoruz. Şeyh Sadi Şirazi “Yolunu şaşırmış kimseye iyi gidiyorsun demek büyük zulümdür. Kendisine ayıbı söylenilmeyen kimse cahillikle ayıbını hüner sayar. O gibilere nasihat kâr etmeyince, sana düşman olur.” demiş. Bugün yaşadığımızı ne güzel özetlemiş. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise şöyle buyurmuş: “Cihadın en faziletlisi, zalim sultanın karşısında hakkı ve adâleti söylemektir.”

Güçsüz oldukları zaman yanlarındaydık ve o zaman haklı ve haktan yana olduklarına inanıyorduk. Güçlü oldukları dönemde ise karşılarına geçtik. Güçlü oldukları için değil, güç sarhoşluğuna kapıldıkları, yoldan çıktıkları ve hasetlerinin esiri oldukları için. Oysa kolay olan gücün yanında olmaktı, pek çoklarının yaptığı gibi. Ama güçlü olanın haklı olduğuna değil, haklı olanın güçlü olduğuna inandık. Gücümüzü haklı olduğumuza duyduğumuz inançtan aldık. Aklımızı, fikrimizi teslim etmedik ve dahi onurumuzdan ödün vermedik. Her daim gücün yanında olan hesapçı akıllar elbet bunu anlayamaz. Belki zor ama hem güçlü, hem haklı hem de ahlaklı olabilselerdi tarihin akışı bambaşka olacaktı. Fakat onlar buna layık değilmiş.

Biz de, Hz. Yusuf (a.s) gibi “Zindan bize, bunların davet ettikleri şeylerden daha sevimlidir.” diyoruz. Bugün birilerine zulmederek makam, güç ve para sahibi olmaktansa, hapiste olmayı tercih ediyoruz.

Âlim bir zata, “Yangın çıktı, tüm dükkânların yandı.” demişler. Âlim zat “Elhamdülillah!” demiş. Bir süre sonra ise “Senin dükkânların yanmamış.” deyince yine “Elhamdülillah!” demiş. Yanında bulunanlar, “Bu nasıl iş? Anlamadık.” deyince, “Dükkânların yandı dediğinizde kalbimi yokladım ve dünya malı için bir üzüntü duymadım, Rabbime şükrettim. Aynı şekilde yanmamış deyince sevinç duymadım ve bu halime de şükrettim.”demiş. İşte tüm mesele, dünyaya böyle bakabilmek. Nesimi gibi, “Rızkı veren Hüdâ’dır, kula minnet eylemem.” veya Nasreddin Hoca gibi “Para iyi bir hizmetçi, kötü bir efendidir.” diyebilmektir. Şems’in ifadesiyle “Dünya içinde dönmek değil, dünyayı içinde döndürmektir.”   

Üstün Dökmen Küçük Şeyler kitabında; “İnsanın hayatta bir B planı olmalı, eğer bu dünyada limon satmayı göze alabiliyorsanız, istediğiniz gibi konuşabilirsiniz, kimseye eyvallah etmezsiniz.” diyor. Benim hayatta limon satmak gibi planlarım olmadı ama rızkı verenin Hüdâ olduğuna inandım. Dik durmanın bir bedel isteyeceğine inandım. Bugün sürekli bedel ödemekten bahseden liderlerin ve halkın bu sözü kuru bir laftan ibaret. Düne kadar kendisine her türlü yardım yapılmış olan insanlar, son süreçte dara düşüp yardım istendiğinde, “Sana yardım ederdim ama biliyorsun yapamam benim çoluk çocuğum var.” diye köşeye çekiliyor. Aslında bugün aile deyip, makam deyip bedel ödemeyi göze alamayanlar, gelecek endişesi adına çocuklarına bırakacağı mirastan başka bir şey düşünmeyenler, en büyük bedeli hem kendileri hem de ailelerine ödetiyorlar.

Tarihe baktığımızda değişmeyen tek şey, inandıkları değerleri her şeye rağmen savunan insanların hep acı çekmesidir. Sokrates, savunmasını değiştirip hayatta kalabilecekken, haksızlığa boyun eğmek ve alet olmaktansa ölmeyi göze almıştır. Ahmet Bin Hanbel, Kuran’ın bir hükmünü savunduğu için yıllarca eza görmüştür. İktidarın yanında olmadığı için Ebu Hanife, hem de Müslüman birer devlet olan, hem Emeviler hem de Abbasilerden zulüm görmüştür. Mevlâna’nın babası Bahaeddin Veled, iktidarın hezeyanlarından dolayı hicret etmek zorunda kalmıştır. Hacı Bayram Veli benzer sıkıntılar yaşamıştır. Keza Bediüzzaman, defalarca hapse atılmış ve sürgün hayatı yaşamak zorunda kalmıştır. Türkiye’nin Cumhuriyet yıllarında bile Nazım Hikmet komünist ve Rus ajanı, Cemil Meriç Hatay meselesindeki düşüncelerinden dolayı vatan haini, o dönemin yetiştirdiği en başarılı akademisyenlerden biri olan Muzaffer Şerif devrimci diye etiketlenmiştir. Kimi cezaevlerine düşmüş, kimi ise ülke dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Bu isimlere bakıldığında, tarihe altın harfle yazılanların acı çektirenler değil, hangi görüş ve renkten olursa olsun, acı çeken kişiler olduğunu göreceksiniz. Bu zulmü yapanlar ise tarihe kara birer leke olarak geçecekler. Bizlerin ve bize zulmedenlerin gelecekte nasıl anılacağını ise ömrü olan elbette görecek, ömrü olmayan ise ahiret diyarında temaşa edecektir.

Aliya Izzetbegoviç’in sözü ile bitirelim; “Tarihi Allah yazar. Biz sadece nerede duracağımıza karar veririz.” Biz nerede duracağımıza karar verdik ve Namık Kemal gibi diyoruz ki;

“Felek her türlü esbab-ı cefasını toplasın gelsin,

Dönersem namerdim millet yolunda bir azametten.”  

YÂ RABBÎ!

16 Aralık 2021

İNCİL’DEN 88 AYETLE YAZILMIŞ BİR MEKTUP

16 Aralık 2021

Yorumlarınız

  1. İçinde bulunduğumuz şartları, neden buralarda olduğumuzu çok güzel özetlemişsiniz. Nasibimizde doğup büyüdüğümüz yerlerden çok uzaklara gitmek varmış. Ayrıca yazınızın başlığı çok manidar. Kaleminize sağlık…

    Cevapla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir