YORGUN İRADELER

YORGUN İRADELER

Ali Emir TOPUZ / Almanya

Ahmet Hamdi Tanpınar sıradan insanları tasvir ederken ”Biliyordu ki, şartlar değişince insanlar da değişir.” der. Ama Hizmet insanının farkı ise her koşulda kendi değerleriyle, maneviyatıyla var olabilmesidir. Belki de bu yüzden Hocaefendi “Arkadaşlarımın maneviyata çok iyi inanmasını çok arzu ediyorum.” diyor. Çünkü maneviyata sadakat ‘değişmemek’ demek.

Mesuliyetini bilen, yapması gerekli olan şeyin farkında olan ama bir türlü o şeyi yapmaya başlayamayan yorgun iradeler… İnsanların yorgunluklarını anlayabilmek zor değil. Çünkü yaşadıklarını çok az topluluk yaşadı şu fani hayatta. Kolay değil elbette onlar için sanki bugüne kadar yaşadıklarının, duyduklarının, gördüklerinin hiç tesirinde kalmamış gibi hayata kaldığın yerden devam edebilmek. Ama hiçbir sebep maalesef bizim asli vazifelerimizi yapmamıza da engel değil ve de olmamalı.

Bir mümin, mümin olmasıyla beraber iki şeyi kendi ukdesine almış oluyor: Tebliğ ve irşad. Her ikisi için de bilgi, sevgi ve hakiki temsil gerekiyor. Her ne kadar içinde bulunduğumuz coğrafya için sanki tebliğ önceliğimiz varmış gibi bir resim ortada dursa da aslında irşad vazifesi de öylece kendi yerinde duruyor. Ve bu iş, aslında ilk olarak kendi hanemizde başlıyor. Hane halkı, evin reisinin omuzlarında bir emanet olarak duruyor. Hiçbir durum altında da maalesef bu gerçek değişmiyor. Evet, bizler bir yandan ‘emr-i bil maruf’ yapacağız ama diğer taraftan da kötülükleri de imkânımız ölçüsünde savmaya çalışacağız.

Benim algıladığım şekliyle de ‘nehy-i anil münker’ emri, bizatihi mümini duyarlı olmaya davet ediyor. O, sadece haram görünce harekete geçmeyi değil, kötülüğün önüne set çekmeyi de içeriyor. Bir yönüyle muhatabını her eksiği gidermeye, yanlışı düzeltmeye, değer verdiğin şeyleri iyileştirmeye itiyor. Kör değiliz ki kör gibi yaşayalım. Sağır değiliz ki duymuyormuş gibi yapalım. Gördüğünü söyleyemeyen, duyduğuna duyarsız kalan insanları ömrüm boyunca anlamamışımdır da zaten. Bu tipler bana ‘ya olanlara ehemmiyet vermiyor, ya yaşananları önemsemiyor ya da hep başka kişisel hesaplar güdüyor’ gibi gelmişlerdir. O yüzden de kardeşliğin bir gereği olarak eğer gözlerinin önünde yaşanan hayat tarzı sahibini istenilen sahile çıkarmayacaksa, buna müdahale etmek için neyi bekler ki insan.

Hocaefendi iman vazifesini işlediği bir sohbetinde bizden öncekileri nazara verirken “Bir ağırlığı her zaman aynı kuvvet kaldırır” diyor. Yani, yaşantınız itibariyle onlar gibi bir hayat yaşamıyor, yaşamak için kendinizi zorlamıyorsanız, onlarla ne aynı işi yapabilir ne de arkalarında saf bağlayabilirsiniz, kendinizi de boşuna aldatmayın diyor. Ayrıca insan farkında olmadan ‘ucb’ hastalığına yakalanmış, ‘ameline, yaptıkları işe güvenip’ de yerinde sayıyorsa bunu dıştan ona bakan her göz fark edebilir. Dahası bunu da insanların fark etmesi sağlanmalıdır.

İnsanların bu süreçte yaşadıkları kesinlikle küçümsenemez. Ancak sırf yaşadıklarımızdan dolayı da bir kurtuluş reçetesi elimize aldığımızı da kimse iddia edemez. Bu bir iddia şeklinde zaten olmaz da insanların yaşantılarından bu mana okunabilir pekâlâ. Ama böyle bir şey varsa da koskoca Kızıldeniz’i aşıp da çölde gezinmeye mahkûm edilen, Kudüs’e girmelerine izin verilmeyen İsrailoğulları örneğini de hatırlamalı. Ya da çoğunluğu Efendimiz’in (sav) onca mucizesine şahitlik edenlerden oluşan ve iki buçuk sene Hz. Ebu Bekir Efendimizle savaşan mürtetleri de unutmamalı. Demek istediğim kısaca şu ki, dün yaptıklarımız dünde kaldı, biz de eğer ilmen, amelen ve aklen orada kalmışsak bu halimizle kesinlikle gelecekte olamayız.

Bir ara “İyi Biri” diye bir film izlemiştim. Film, köyde köpekle oynayan 40 yaşlarında birinin kameranın kadrajına girmesiyle başlıyor. Köpekle güreşen, toza-toprağa bulaşmış bu kişiye annesi, kız kardeşi ve yeğeni de gülüyorlar. Bunlar şakalaşırken tam o sırada babası bir hışımla çıkıp geliyor. Buna bağırıp çağırıyor, üzerine yürüyor ve araya anne giriyor. O esnada köydeki komşular da dışarı çıkmış bunlara bakıyorlar. Adam bağırmaya devam ediyor oğluna ve bizi ilgilendiren şu sahne gerçekleşiyor:

“Sen kaç yaşındasın?”

“40”

“Bir mesleğin var mı?”

(….)

“Bir sanatın var mı?”

(….)

“Bir zanaatın var mı?”

(….)

“Hanımın var mı?”

(….)

“Çoluk çocuğun var mı?”

(….)

“Sana neden kimse kız vermiyor hiç düşündün mü?”

(….)

Her sorudan sonra oğlan susup yere bakıyor ama anne araya girerek “O iyi biri ama” diyor. Fakat baba dönüp haklı olarak “Sadece iyi biri olmak yetmiyor” diyor, “Diğerleri de olursa bunun bir manası var.” diyor.

Son dönemde ‘İyi biri’ olmaya denk manada ‘Hizmettenim’ algısı da bizi yanıltıyor gibi geliyor bana. Sizlerin de gördüğü ve bizzat kendinizden de bildiğiniz üzere sadece bu daireden olmak bizleri kurtarmayabilir. Mesul olduğumuz çocuklarımıza bu yaşantıyla bir şey sunma, onların elinde tutma gibi bir şansımız da olmaz kesinlikle. Hayatımızda dua, Kur’an, Risale, görülünce Allah’ı hatırlatan ve saygı gösterip kulluk vazifelerini onlar vesilesiyle yapmaya davet eden şeair-i İslam’ı temsil eden simgeler, teheccüd, Cevşen, meal yeteri kadar yoksa ‘ben hizmettenim’ demenin hiçbir anlamı yoktur. İşte bu söylem ve kabul bizi ileride çok derin bir inkisara uğratabilir maalesef.

O yüzden kendimizle yüzleşmekte fayda var. Ki bu yüzleşme kolay da değil. Zira “Türkiye’de halkın %76’sının geçmişle yüzleşmemeliyiz.” dediği bir gerçekken.

Temsil noktasında Hocaefendi; Cenab-ı Hakk, Hazreti İsa’ya “Ya İsa, önce nefsine va’z et. Eğer o kabul ederse, sonra insanlara nasihatte bulun! Yoksa (nefsinin kabullenmediği şeyleri başkalarına anlatma hususunda) benden utan!” diye biz anne babalara da ikaz ediyor. Ve çocukların eğitimi ile alakalı da onların bizlere “Artık kulaklarım doydu. Fakat gözlerim aç. İslam’ın lafını eden değil, onu yaşayan insan görmek istiyorum.”  dediklerini aktarıyor.

Ve yaşadığımız hayatta bir bütünlük arz edebilmemizin, başta evlatlarımız olmak üzere muhataplarımıza tesir edebilmemiz adına “İnanç sistemimiz, ibadet ü tâatlerimiz, ahlak anlayışımız ve sosyal münasebetlerimiz bir yönüyle bizim kimliğimizin tezâhürleridir. Biz bunları edâ ettiğimiz zaman kim olduğumuzu ortaya koymuş oluruz. Onları ihmal ettiğimiz, görmezden geldiğimiz takdirde, biz de bütün bütün özümüzden uzaklaşır ve kimliksiz hâle geliriz. Yani biz, kendimizi bir yerde zannetsek, bir düşüncenin temsilcileri gibi görsek de eğer o yerin ve o düşüncenin gereğiyle amel etmiyorsak, hiç farkına varmadan bizim boş bıraktığımız şeylerin yerlerine başka düşünceler, başka anlayışlar, başka kültürler gelip oturuverir.” buyuruyor ve yarın karşınıza dikilecek olan çocuklardaki değişimi bu zaviyeden değerlendirmemiz gerektiğini bizlere hatırlatıyor. Burada en can alıcı ifade ise bana göre “Biz, kendimizi bir yerde zannetsek, bir düşüncenin temsilcileri gibi görsek de eğer o yerin ve o düşüncenin gereğiyle amel etmiyorsak…” ifadesidir.

Bir yerde yine Hocaefendi ‘Çocuğun Görebileceği Bir Ortamda İbadet ve Dua Etme’ şeklinde bir başlık altında “Evin içinde ibadet ü taate ayrılmış hem bir yer hem de bir zaman olmalıdır. Beş vakit namaz, imkân varsa evde cemaatle kılınmalı veya çocuğun elinden tutulup camiye götürülmelidir. (…) Terbiye açısından bunun önemi çok büyüktür. Bir kere bu vesile ile çocuk, hiçbir zaman evde secde etmeyen baş, ağlamayan göz, duaya kalkmayan el görmeyecektir. Bilakis o, her zaman evde hassasiyet, titizlik ve derin bir kulluk şuuru müşahede edecektir.” diyor ve bu şekilde davranmayı terbiyenin önemli bir buudu olarak ele alıp değerlendiriyor sonra da şöyle devam ediyor “Bundan başka günün bir saatinde Allah’a dua edeceğiniz özel bir saatiniz olmalıdır. Önceden belirlemiş olduğunuz bir saatte Mevlâ’nın karşısında duygularınızı dile getirip dertlerinizi O’na açmalısınız ve Yüce Yaratıcı’nın her zaman sığınılacak bir kapı olduğunu fiilen onlara göstermelisiniz.”

Dua etme meselesinde de “Sizler de çevrenizdekilere dualarınızı duyurabilir ve onun öğrenebileceğini hedefleyerek dua edebilirsiniz. Eğer çocuğunuzun, duygulu olmasını, Allah (cc) anıldığı zaman titremesini arzu ediyorsanız başta sizin öyle olmanız icap eder. (…) Yuvada ebeveynin vaziyetlerini iyi ayarlaması çok önemlidir. Belli bir saatte, Mevlâ’nın karşısında içinizi döktüğünüzü, ‘huzuruna geldim’ deyip inlediğinizi, coşup kendinizden geçtiğinizi, bilhassa çocukların yanında da Allah’a gönlünüzü açarak, açıktan açığa O’na dua ettiğinizi onların görüp duyması çok mühimdir. Onun, en büyük meselelerinizden biri olan ahiretiniz için çırpındığınızı görmesi, onu düşünüp ümitle ağladığınızı bilmesi hiçbir zaman onun hatırından çıkmayacaktır. (…) Mevlâ ile öyle bir saatimiz, apaydın bir ânımız olmalı ki, çocuk müşahede ettiği o tabloları, mevsimi gelince, kendi ibadetine malzeme yapsın. Evet o ileride, fikrî, amelî inhiraf tehlikeleri ile her karşı karşıya kaldığında, bu tablolar birer can simidi gibi onun imdadına yetişecek ve elinden tutacaktır.”

Kaynaklardan kopuk kalmama ile alakalı da “Okunacak kitapların önceden tespit ve seçimi, gaye insanı yetiştirmek isteyenler için hayâtî bir iştir.” buyuruyor. Eğer bunlar ihmal edilirse de “Talim, terbiye mevkiinde sorumluluklarını ihmal eden kimselerin yanlış tutumları da sadece onların dünya ve ahirette felâketini değil, aynı zamanda ihmal edilenlerin de dünya ve ahiret felâketlerini netice verecektir.” diyor. Bunun aksini iddia eden hiçbir mazereti de kabul etmiyor ve “Zamandan, çağdan şikâyet edeceğimize, ihmal edilişimizin çehresinde; ihmallerimizin müstakbel neticelerini görmeye çalışarak vazife ve sorumluluk itibarıyla kalben, ruhen, hissen dirilmeye çalışmalıyız.” diyor.

Haliyle de hatırı sayılır bir zaman dilimini bu dairenin içinde geçirmiş olanların tekrardan silkinip yaşantılarını kontrol etmelerinde fayda var. Asli sorumluluklarımızı bir başkasının üstüne atarak hesaptan kaçamayız. İnandığımız gibi yaşamak, iç-dış bütünlüğünün de bir şartı. Aksi durumda hoşumuza gitmeyecek manzaraları yaşayıp, ayrıca onları belli bir süreden sonra kabul etme aşamasını görmek de kaçınılmaz olacak. Bugüne dek yapmamış olmamız bir eksiklik olabilir, kabul ama hiç olmazsa Ramazan’ı bir fırsat olarak kullanılıp bu vesile ile hanelerimizin çehresini yeniden değiştirmenin fırsatını yakalamak gerek. Düne kadar böyle şeyler yapmıyordun, şimdi bu da nereden çıktı diye sorma ihtimali olan çocuklarımız da bu sorgulamayı Ramazan’ın hatırına yapmayacaklardır zaten. O yüzden bu vesile ile başlayıp, artık aksatmadan da bu işi sorumlu bir aile reisi olarak yapmaya devam etmeli. Bizim dışımızda cereyan eden eksiklik, aksaklık ve varsa kusurların emin olun bizim bu vazifemizle uzaktan yakından alakası yok ve de olmayacak da… Oradaki açık, bizim yırtığımıza fayda etmeyecek… o yüzden yeniden kendi sorumluluklarımıza odaklanmalıyız.

Hayırlı Ramazanlar…

EY AHİR ZAMAN MAĞDURU! AYAĞIN KIRILDI DİYE ÜZÜLME! ALLAH BELKİ SANA ÇİFT KANAT VERECEK...

4 Nisan 2022

BİZİM HİKAYEMİZ

4 Nisan 2022

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir