ZEYNEP İLE CEMAL

ZEYNEP İLE CEMAL

FAİLİMEÇHUL(!) HİKAYELER 2

ALİ AKKIZ / TANZANYA

Zeynep, ağa kızı…
Cemal, gariban…
Zeynep, elma yarısı…
Cemal, diğer yarısı…
Zeynep, kolejli…
Cemal, Abdulhamid Kolejli… Yani İmam Hatipli…
Zeynep hızlı bir komünist…
Cemal mübarek mi mübarek…
Baştan söyleyelim, bu hikaye mutlu sonla bitecek. Öyle mendil hazırlamanıza gerek yok. Bu iki kişinin birbiriyle ne alakası var, demeyin. Olmasa bu hikayemiz şimdi okunuyor olmazdı. Şimdi kulak kesilin de hikayemize başlayalım.

***

Zeynep bizim sınıfın tabiri caizse en azılı komünisti idi. Nerede bir protesto olacak olsa hemen oraya damlar, grubu yönlendirirdi. Sloganlar en çok onun ağzına yakışırdı. Sınıfta hocalara en sert muhalefeti o yapar, erkeklere taş çıkartırdı. Hocalar da kız olduğu için midir nedir, hiç karşılık vermez, Zeynep’in lafını bitirip yerine oturmasını beklerlerdi. En cibilli düşmanı dindarlardı.
Cemal, yine aynı fakültede ama diğer şubede, sınıfın gölgesi ağır, oturaklısıydı. İmam Hatip’i birincilikle bitirdiği herkes tarafından bilinen ve saygı duyulan birisiydi. Tabiatıyla bölümün notu en yüksek delikanlısıydı. Cemal’i nereden mi tanıyorum? Aynı evde kalıyoruz da oradan…
Zeynep hem çalışkan hem de aktifken, Cemal çok çalışkan ama siz deyin pasif, ben diyeyim mübarekti, siz anlayın artık…

***

İlk yıl Zeynep ile Cemal çok yüksek notlarla bölümü geçtiler. İkinci yıl da öyle olur diye beklerken birinci dönem sonlarına doğru Cemal’in derslerinde gözle görülür bir düşüş başladı. Aynı evde kalmamız hasebiyle bölüm arkadaşımın notlarını kontrol ediyordum. Bu, İmam Hatip’i birincilikle bitiren, geçen yılın en başarılısı Cemal’e ne olmuştu da dersleri kötüye gitmeye başlamıştı?
Evde ne kadar ısrar ettiysem de ağzından bir laf alamadım. “Bir şey yok, düzelir!” deyip geçiştiriyordu. Dönemi birkaç dersten kalarak bitirdi. İkinci dönem vizelerinde de zayıf notlar almaya başlayınca, ‘mutlaka bir problemi var, ama bana söylemiyor’ diye düşündüm. Ne olabilirdi ki?

***

Bir gün Zeynep bana gelip:
“Söyle Cemal’e, derslerine çalışsın.” dedi.
Zeynep ve Cemal… İki ayrı dünya… İki ayrı sınıfta okuyorlar… İlgi kuramıyorum. Zeynep’in derslerine bakmak aklıma geldi. Baktım, onda da müthiş bir düşüş var. Ne olabilirdi ki? Akşam Cemal’e sormaya karar verdim.
Yemekten sonra Cemal’i odama çektim. Dikkatlice süzdüm. Gözlerinin içine bakarak:
“Zeynep diyor ki: Cemal derslerine çalışsın, ihmal etmesin!” dedim.
Cemal titremeye başladı. Mahcup gözleri aşağıya indi. Kekelemeye başladı:
“Nn… Nn… Ne Zeynep’i?”
“Bilmiyorum abicim. Bana sadece böyle söylememi söyledi. Ya sen bana olanları anlatırsın veya ben gidip Zeynep’ten öğrenmesini bilirim!”
“Abi inan bir şey yok!”
“Olmasa bu dersler ne böyle? Onunki de kötüye gitmiş, seninki de… Ortada hiçbir şey yoksa neyle izah edeceksin?”
“Abi inanmazsın! Yani, gerçekten hiçbir şey yok! Sadece…”
“Sadece ne?”
Cemal o an yağmur yüklü bulutlar gibiydi. Az sonra sağanak şeklinde dökülmeye başladı:
“Sadece… Ben bir gün okulun basamaklarından çıkıyordum, o da iniyordu. Ben kızlara bakmam, bunu sen de biliyorsun. Ama o an gayr-i ihtiyari göz göze geldik. ‘An’ diyorum. Sadece bir ‘an’. Hemen zaten gözümü yere indirdim. Ama inanır mısın, o gözler zihnimden bir türlü gitmiyor. Rabbime dua ediyorum, ‘unuttur’ diye ama bir türlü atamadım aklımdan. Ders çalışırken o gözler, uyurken o gözler, derste o gözler, her tarafta o gözler… Çok gözyaşı döktüm, dua ettim ‘unutayım’ diye ama mümkün olmadı. Koridorda yürürken karşılaşmayayım diye yönümü değiştiriyorum, dışarıya tek başıma çıkmıyorum, mutlaka arkadaşlarımı da alıyorum yanıma. Karşımdan gelecek diye ödüm kopuyor. O andan sonra da zaten onu hiç görmedim ama aklımdan çıkmıyor işte. Durum bu. İster inan ister inanma!

***

Cemal’i dinlemiştim. Acaba Zeynep’in hikayesi nasıldı? Ev arkadaşımın, İmam Hatipli mübarek kardeşimin aklını almış, gönlünü çalmıştı. Nasıl olmuştu, bunu öğrenmem lazımdı. Gerçi Zeynep de artık eski Zeynep değildi. O çılgın Zeynep gitmiş, yerine durgun, artık kimseyle konuşmayan bir Zeynep gelmişti. Kimse anlam veremiyordu. Dava arkadaşlarının Zeynep’i bir ihanetle suçlamadıkları kalmıştı. Kimdi, neydi sebep bir bulabilseler halledeceklerdi. Sebebini sadece iki kişi biliyordu. Üçüncüsü de ben olacaktım.
Zeynep’i dersten sonra kenara çektim:
“Doğru söyle, Cemal’le aranızda ne var? Dün niye öyle bir cümle sarfettin?” dedim
“Cemal ne anlattı?” dedi.
Cemal’in anlattıklarını söyledim.
“Belki inanmayacaksın ama aynen öyle oldu.” dedi ve olayı anlattı:
“Ben basamaklardan iniyordum, o da çıkıyordu. Bir an göz göze geldik o kadar. O günden beri Cemal’in o kara gözleri hayalimden hiç çıkmıyor. Ne söylemişse doğru söylemiş. Derslerimizin kötüye gitmesi de o yüzden. Sadece dersler değil, yemekten içmekten de kesildim ben. Ailem soruyor, geçiştiriyorum. Onlar sosyal demokrat. Anlamazlar beni. Böyle bir şeyi kabul etmezler. Onun için onlara söyleyemiyorum. Ne yapacağımı da şaşırdım.”

***

Ortada ‘aşk’ değil bir ‘kara sevda’ vardı. İki genç, hayatlarının baharlarında birbirlerine tutulmuşlardı ama daha önlerinde okumaları gereken 3 yıl vardı. “Aş, iş, eş” formülüne göre işler tersti. Bir şeyler yapmamız, bu gençleri kurtarmamız lazımdı. Üst sınıftaki abime durumu izah ettim:
“Evlensinler!” dedi.
“Abi sen ne diyorsun? Bir kere bunlar daha 2. sınıftalar. Hem kız tarafı sosyal demokrat. Kesinlikle vermezler!”
“Kız Cemal’i seviyor, değil mi?”
“Evet!”
“O zaman babasından kızı isteyeceğiz. Vermek zorunda. Ama bir şartla. Şimdi nişanlanacaklar, evlilik okul bitince… O zamana kadar Allah Kerim. Belki vazgeçerler.”
“Tamam, ben Cemal’le görüşürüm.”
“Yarın kıza haber ver, istemeye gideceğiz.”
“Yarın mı?”
“Problemi hemen çözmezsek düğüm halini alır. Yarın!”
“E peki, tamam.

***

Ertesi gün Cemal duyunca sevindi, Zeynep irkildi. Sonra istemeye benim de gideceğimi öğrenince ben de irkildim. Çünkü benim babam da sosyal demokrattı. Ve Zeynep’in babası muhtemelen babamı tanıyordu. Emir demiri keserdi ve kesti: Akşam üçümüz, Cemal elinde çiçek, kapıdaydık. Babası bizi buyur etti. Yarım saat kadar konuştuk, tanıştık, yedik, içtik. Meseleye girdik:
“Efendim, Cemal okulunu birincilikle bitiren, hatta birinci sınıfta bölüm birincisi olan, mütedeyyin, çalışkan mı çalışkan, efendi mi efendi bir arkadaşımızdı.”
“Eeee!”
“İkinci sınıfa geçince ne olduysa oldu, çocuğun derslerinde bir düşüştür başladı.”
“Eeee?”
“Biz araştırdık, taraştırdık bunun müsebbibinin kızınız olduğunu gördük…” dedik ki, adam hışımla ayağa kalktı:
“Zeyneeep!” diye haykırdı.
Zavallı Zeynep koşa koşa ve de titreye titreye geldi.
“Hanııım!” diye bir çığlık daha attı. “Bak bak kızın neler çevirmiş.” diye ekledi.
Annesi meraklı gözlerle içeriyi süzerek geldi. Abim müdahale etti:
“Yanlış anlamayın. Gençlerin arasında herhangi bir yanlış hareket yok! Sadece durum bundan bundan ibaret.” deyip olanları özetledi.
Adam sinir krizleri geçiriyordu. Bir titremedir aldı adamı:
“Bakın size kapımı açtım! İkramımı da ettim. Sohbet ettik, vakit geçirdik. Eğer böyle bir teklifle geldiğinizi bilseydim sizi kapımdan içeri almazdım. Böyle bir şey duymuş olmayayım. Ben sosyal demokratım! Anladınız mı? Öyle gericilere verecek kızım mızım yok! Hadi şimdi marş marş! Seni de babana söyleyeceğim!”

***

O akşam başımızdan kaynar sular dökülmüştü. Ama asıl kaynar su Zeynep’in başından dökülmüştü. O akşam babası çok kötü dövmüş. Annesine bir güzel fırça atmış.
Zeynep, o günden sonra okula gelmedi. Aradan 1 hafta geçince iyice şüphelendim. Bir şekilde hastaneye kaldırıldığını duydum. Hastane hastane dolaşıp Zeynep’i buldum. Ağzı yüzü şişmiş, mosmor ve alçılar içindeydi. Anlaşılan çok kötü bir dayak yemişti. Eve gittim. Cemal’e:
“Hastanede yengem yatıyormuş, hadi onu ziyarete gidelim.” dedim.
“Abi senin evli kardeşin var mıydı? Hiç bahsetmemiştin.” dedi.
“Var var! Hadi gidip ziyaret edelim beraber.” dedim.
Birlikte, onun olandan bitenden haberi yok, hastaneye gittik. Odanın kapısına kadar beraber gittik. Kapısına varınca ben onu içeri ittim. Kapıyı da üzerinden kapadım. Meraklıyım ya, kulağımı da kapıya dayadım, içeriden gelecek sesi bekliyorum. Bir on – on beş dakika bekledim. Ses seda yok. Sadece inleme şeklinde bir ağlama sesi geliyor içeriden.
İçeri tekrar girdim. Baktım Zeynep yattığı yerden, Cemal bıraktığım yerden uzaktan uzağa birbirlerine bakıp bakıp ağlıyorlar. O kadar. Ne bir konuşma ne bir geçmiş olsun ne bir bakma etme yok. İkisi de gözlerini aşağı indirmiş salya ¬sümük ağlıyor. Bari Cemal elindeki çiçeği vermiş olsa. O da yok. Zorla çiçeği verdirttim. Daha fazla acı çekmemeleri için Cemal’i odadan çıkardım.

***

Duydum Zeynep taburcu olmuş ama hala okulda görünmüyor. Meğer hastaneden çıktıktan sonra da kendine gelememiş. Zavallı kızcağız bir deri bir kemik kalmış. Kapısını çalmadık bir doktor, bir psikolog bırakmamışlar. Hepsi de: “Kızınız bu gidişle ölür. İstediği bir şey varsa yapın.” demişler. Aynı Yeşilçam Türk filmleri gibi. Doktorlar olayı bilmese de kız da annesi de babası da çareyi biliyorlar.
Sonunda bir gün babası bizi çağırdı. Abim bu işe sevindi:
“Bu iş olacağa benziyor.” dedi.
Yine beraber gittik. Ben bu sefer tanınmamak için başka kıyafet giydim. Saçıma farklı bir şekil verdim. Eve girişte babası bana sordu:
“Evladım, seni bir yerden tanıyor muyum?”
“Hayır efendim ne tanıması? Biriyle karıştırıyor olmalısınız… Ben Cemal’in ev arkadaşıyım…”
Akşam ortam biraz gergin:
“İnanın sizin gibilerinin yüzüne bile bakmam. Kızımı sizin gibilere vereceğimi, rüyamda görsem inanmazdım. Ama kızımın ölmemesi için buna katlanmaya razıyım. Ama bazı şartlarım olacak: Birincisi, kızım başını örtmeyecek, ikincisi namaz kılmayacak, üçüncüsü…”
Abim araya girdi:
“Hiçbir şartınızı kabul etmiyoruz! Kızınız arkadaşımızı seviyor, arkadaşımız da kızınızı. Bu evlilik onların evliliği. Neye karar vereceklerse onlar karar verecek! İşte bu kadar! Veriyor musun kızı?”
Adam ne diyeceğini şaşırdı. Ben, şimdi bize girişecek, diyorum. Kendi kendime, abi ne yaptın, diyecek oluyorum. Baktım adam bir şey demedi:
“Kızım için kabul ediyorum.” dedi.
Olay böylece tatlıya bağlandı.

***

Abimin Cemal’e şartları vardı ama… Eve dönünce ağzı kulaklarındaki Cemal’e döndü:
“Şimdi nişanlanıyorsunuz!”
“Tamam abi.”
“Okul bitinceye kadar görüşmek yok.”
“Hı hı!”
“Sadece 3 kişi olursanız kızla görüşebilirsin. O da elin eline değmeyecek kızın. Anlaştık mı?”
“Anlaştık abi!”

***

Sonra ne mi oldu? Zeynep’le Cemal’in dersleri düzeldi. 4. sınıftan mezun olur olmaz evlendiler. Ama evlenir evlenmez de Cemal’in Rusya’daki bir okula tayini çıktı. Zeynep’in soğuğa karşı vücudu hassas olduğu için gidemezdi. Cemal, Zeynep’e İstanbul’da ev tutup, kendisi 3 yıl Rusya’da öğretmenlik yaptı. Sonra Türkiye’ye döndü. Aynı yıl ikisi de Avrupa’da bir ülkeye tayin oldular.

***

Dün gece bir telefon aldım onlardan:
“Baba! Nurtopu gibi bir oğlumuz oldu! Ona senin ismini koyduk.”

Ali AKKIZ
19.07.2007 / Yeni Delhi

İLK DENEYİM

10 Ekim 2022

EY SEVGİLİ

10 Ekim 2022

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir