PERDELER

PERDELER

Emin Osman UYGUR / Almanya

Prebsiyopi‘yi bilirsiniz. Hani genelde kırk yaşından sonra gözlerimizdeki mercek genişleme kabiliyetinde azalma olunca yakını görmekte zorluklar yaşarız. Bu olay, belli bir yaştan sonra saçların beyazlaşmasında olduğu gibi, hücre yaşlanması teorisi ile izah edilmektedir. Yani olay patalojik değil, fizyolojiktir. Hipermetropi ise göze gelen ışınların ağ tabakasının arkasında kırılmasından kaynaklanan bir görme bozukluğudur. Normali, ışıkların saydam tabakanın üzerinde kırılmasıdır. Bu da patalojik bir olaydır. Bir de makropsi ve mikropsi var. Cisimleri olduğundan büyük görmeye makropsi, küçük görmeye ise mikropsi deniliyor. Çocukluk dönemlerinde yaşanan ve Alice Sendromu olarak da bilinen bu durum acaba büyüklerde de psikolojik olarak ortaya çıkabilir mi? Veya bazıları, çocukluk dönemlerinde olduğu gibi kendine şirin gelenleri yüceltip, anlayamadıklarını da kıymetsiz görüyor olabilir mi?

Konu

Size bir yazıdan bahsedeceğim. İlk cümlesi şöyle. ”Ey ahiret kardeşlerim ve hizmet-i Kur’aniye’de

arkadaşlarım!” Çok tanıdık geldi değil mi? Evet İhlas Risalesi. Peki Bediüzzaman Hazretleri bu risaleyi neden yazmış olabilir? Her bir risalesi manevi bir reçete olan Üstad, bu risaleyi hangi hastalığın ilacı olarak kaleme almıştır acaba?

Dört düstur var bu risalede: İkisi fiilerde, niyetlerde samimiyet ve Allah rızası. İkisi de birlikte hizmet ettiğimiz kardeşlerimizle ilgili. “Amelinizde rıza-yı ilahi olmalı.” diye başlıyor ilk düstur. Bu cümleyi biz ”amelimizde” diye mi okusak ki? Üstad bize sesleniyor, biz de okuyunca başkasına sesleniyormuşuz gibi oluyor.

Elmas ya da kömür olabilme istidatı ile donatılan insanın zihin vadisini kasıp kavuran farklı ve şiddetli rüzgârlarla dönüp duran dünya üzerinde şaşırmadan yürünebilecek bir çizgi bu. İşini Allah için yapınca, başka mülahazaların anlamı/kıymeti kalmıyor. Kimseye göre davranmıyorsun. Hak seni yönlendiriyor. Hz.Ömer karşısında ayağa kalkıp, kumaşın hesabını sorabiliyorsun. Hakkaniyet en büyük ölçü oluyor. Tanıdık olanların, aidiyetin öne alınması bir anda yok oluyor. Kararlar kendine yakın olanlara göre verilmiyor. Ötekileştirme, başkalaştırma olmuyor. Aynı zamanda şirkin de önünü kesiyor. Thomas Moore’un Ütopya’sında aradığı güzelliklerin, aslında yeryüzünün bir yerlerinde yaşandığını fark etmesinde olduğu gibi, şimdilerde bizler de bu ahlakın bir yerlerde temsil edildiğini görüyoruz. Gıbta ediyoruz, takdir ediyoruz. Ama uygulama safhasında zaman zaman mazi kıtası alışkanlıklarımıza mağlub oluyoruz.

İkinci düstur geliyor ardından ve diyor ki: “Hizmet-i imaniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmeyin. Hem onların gıpta damarlarını da tahrik etmeyin.” Birlikte çalıştığımız için ve ortaya çıkan ürünler umuma teşmil edildiğinden bu iki hususa dikkat çekiliyor. Ebedi saadeti netice veren bir fabrikanın çarkları gibi olduğumuz hatırlatılıyor. Çok ilginç bir sistem içindeyiz. Çarklardan biri kırılsa, gücense, küsse işler akamete uğruyor. Takdirden çok tenkit yörüngeli mi düşünüyor, konuşuyor ve yaşıyoruz acaba? Zor zamanlarda bardağın dolu tarafını görmesini istediğimiz kardeşlerimize, başarılı olmaları, iyi işler ortaya koymaları durumunda, takdir hislerimizle yağmur olup başlarından aşağıya yağabiliyor muyuz? Konumun hakkını vermek ne kadar zor değil mi? Bir ağacın çiçeklerinden bazıları bazılarından bir gün iki gün veya bir hafta geç açar. Bazıları üst dallarda olur, bazıları da alt dallarda. Sonunda hepsi çiçek ve hepsi bir ağaçta. Rekabete, tenkide gerek var mı? Erken açanın başına ne gelir bilinmez, geç açanın nelerle karşılaşacağı da meçhul. Ağaç bütün çiçekleri ile sevindiği gibi her bir çiçek de kardeşlerinin açmasını alkışlar, tebrik eder. Hatta geç açanların alkışlarının daha çok olması beklenir. İlk açan çiçek belki kışın soğuklarının gitmediği zamanlarda açtığı için biraz da soğuklara maruz kalabilir.

Evet amelimizde Allah rızası var ama insan olarak takdir edilmek de fıtri bir his değil midir? Kuran-ı Kerim, bir çok yerde ”ve beşşirillezîne âmenû…”(Bakara-25) buyuruyor. İman edenleri müjdelemek; onları tebrik etmek, takdir etmek olarak da anlaşılamaz mı? İyi işler yapanları Allah bizzat alkışlıyor, onları meleklerle te’yit ediyor. Rahmetini bol bol gönderiyor. Onların kalplerine sekine veriyor. Bunlar az şeyler mi? Bazen insanlar kendi mahallesinin çocuklarını ‘ev danası görme’ hastalığına mı yakalanıyorlar acaba?

Herhalde bu konuda olduğumuzdan daha titiz daha dikkatli davranıp; vefalı olmanın gereğini yerine getirmeye gayret etmemiz gerekiyor. Güzellik adına her kim küçük de olsa bir şey yapmışsa onu takdir etmek, anlatmak, öne çıkarmak, vefanın göstergesi. ”İnsanların vesile oldukları güzel hizmetleri takdir hisleriyle karşıladıktan sonra o hisleri bir meşale veya bir kor hâline getirerek hararet kaynağı gibi canlı tutmaya çalışmak” da vefanın bir üst seviyesi olacaktır. Samimi, vefalı her gönül insanı bunu yapınca da aslında Allah’ın verdiği nimetlere şükür ve hamd görevini de yerine getirmiş olacaktır ve ”Size gelip ulaşan nimetlere; kavlî, hâlî, fiilî, tedebbürî ve tezekkürî seviyede şükürle mukabelede bulunursanız, kasem olsun ben de nimetimi arttırırım.” müjdesine mazhar olacaktır. (İbrahim sûresi, 14/7) (1)

Bize gelen nimetler, her an içinde bulunduğumuz imkanlar ve yapabildiğimiz güzel işler ve o güzel işleri yapmaya vesile olan kardeşler, arkadaşlar mıdır? Teveccühü kendi üzerimize değil de kardeşlerimizin üzerine yönlendirmek kolay değil demek ki. Onların bir güzel işini alkışlamak her zaman mümkün olmuyor. 1+1 olmak kolay ama aradan +’yı kaldırıp omuz omuza verip 11 olmak? Bazen dilimiz susuyor. Bazen kalem yazmıyor. Onları nazara verme hususunda cimrilikler olabiliyor. Sanal ortamda çok iyi tanıdığımız bir güzel insanın yazısını paylaşmak, tavsiye etmek dahi zor gelebiliyor. Herkes takdir edilmek ister. Merhamet etmeyene merhamet edilmez’i biz acımaktan maada düşünmedik mi yoksa? Ben sabah sabah siftah ettim. Komşum henüz siftah etmedi, ikinciyi ondan alın, demek midir? Yüreği yanıp kavrulduğu halde kedisine uzatılan suyu kardeşine ikram etmek midir? Halkım (ve şimdi dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerim) ne yiyebiliyorsa ben de ancak o kadar yiyebilirim demek midir? Şimdi gurbetlerde, zindanlarda veya gaybubette olanlar var, bu durumda ben de kendi rahat düşüncemden feragat ediyorum demek midir? Selamı yaymak nasıl olacak? Basit bir anlayışla yolda karşılaşınca mı? Geleni dört gözle bekleyen, gideni yaşlı gözlerle uğurlayan bir annenin veya bir hakiki mürşidin hali hayatın içinden sayılmıyor mu? Arayıp hal hatır sormak ne kadar da kolay günümüzde oysa ve bu da bir nimet değil mi?

Bundan bir adım daha ileriye gidebilir miyiz diye düşünürken yine risale cevap verdi. “Kardeşlerinde fani olmak. Kendi nefsinin hissiyatlarını unutup kardeşlerinin meziyet ve hislerini fikren yaşamak.” Somut misal mi istersin? Mehmet Özyurt, Hacı Ata. Ali Bayram… Bırakalım dünyayı, bulunduğumuz topraklarda kaç yaralı, garip gönle serin bir meltem olabildik? Kimin kapısını çalıp ön yagılardan, sorgulamalardan, mazide olanlardan azade hal hatır sorabildik? Bu halden önce bir çok hizmet gönüllüsünü tanıma imkanımız olmuyordu. Şimdi hem dağıldığımız yerlerde hem de sanal ortamda bir çok güzel insanla tanışma imkanımız oldu. Hepsi birbirinden güzel. Hizmet baharı ne çiçekler açmış meğer. Onların her biri binler takdire değer. Allah’ın kıymet verdiğine kıymet vermezsek eğer. Ve

şimdilerde gün gün olgunlaşan meyveler…

“Mesleğimiz haliliye olduğu için meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise en yakın dost ve en fedakar arkadaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder.” Kulaklarıma inanamıyorum. Mazinin zümrüt tepelerinden ne sesler geliyor, hem de ne sesler. “Hılletin esası samimi ihlastır. Bu olmayınca her nimet beladır.” Tam burada sizin de aklınıza bir şey geldi mi? Hırs ve haset ihlası kırıp bütün güzellikleri mahvedebilir mi? Ve bu durumda bir nevi körlük oluşur mu?

Yaşın ilerlemesi ile meydana gelen prebsiyopi’nin, bir göz rahatsızlığı olan hipermetropi’nin tıpta çaresi var ve çok kolay. Bir cam veya mercek kullanarak görme kusuru izale edilebiliyor. “Ama hayatın akışı içinde kişinin kendini yenileyebilmesi, geçmişten terk-i nazar edip hâle ve geleceğe odaklanması bu kadar kolay olmamakta. Keşke mümkün olsaydı da, bu insanlar, kendilerine bir yakın gözlüğü alsa ve böylece bakmanın yanı başında görmeye de muvaffak olsalardı. Fakat ne yazık ki, böyle bir gözlük yok. Dolayısıyla göze inen bu perdeyi kaldırmak, görmeye mâni olan yanlış mülâhazaları silmek ve dünyanın dört bir yanında farklı bir çizgide inkişaf eden güzellikleri görebilmek insanın kendi iradesini kullanıp bakış açısını değiştirmesine bağlıdır.” (2)

Çocuklarda görülen makropsi ve mikropsi sendromları, zamanla yerini normalleşmeye bırakıyor. Ancak bir bakış açısı olarak oluşan, kendini bir şekilde başkalarından büyük görme veya başkalarını kendinden küçük görmenin izalesi kolay değil gibi. Zihinden atılsa bile davranışlara, konuşmalara sinmiş olan bu halden kurtulmak zor görünüyor. İhlasa bağlı olarak sunulan reçeteyi tam anlamıyla kullanıp, kendini kardeşlerinde takdir, tebrik ve tefani hisleri ile fani etmek ancak hakikat ehli de diyebileceğimiz, rakik ve müdakkik kalplere sahip olan ehl-i basiretin işi gibi görünüyor.

1-(2), Yakın Körlüğü, Herkul | 21/02/2011.  Kırık Testi

ABLALARIM AĞABEYLERİM

4 Ağustos 2021

PEYGAMBERLER NÖROLOJİK VEYA PSİKİYATRİK HASTA DEĞİLDİR - I

4 Ağustos 2021

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir