SON NEBÎ’DEN AHİR ZAMAN HABERLERİ – V

SON NEBÎ’DEN AHİR ZAMAN HABERLERİ – V

Emin Osman UYGUR / Almanya

5. Haber

CEMAATE SARIL, FIRKALARI TERK ET

“Zaman cemaat zamanıdır” çizgisinde bir devirde yaşıyoruz.

Cemaat kavramı Arapça’dır. Türkçe ifade edersek; cemaat, belirli bir amaç doğrultusunda bir araya gelmiş insanlar demektir. Dini literatürden bakınca da bir dini rehber etrafında oluşan topluluk anlamını taşır.

Günümüz dünyasında büyük şirketlerin meydana gelişlerinin de bu mantığa bağlı olduğunu söylemek mümkündür. Tek başına iş yapan, her şeyi bireysel güçlerle, kabiliyetlerle yürütmek isteyenlerin kısa zamanda, zamana yenik düştüklerini görmekteyiz. Zamanın hızlı akması, bilgilerin çok kısa zamanda güncellenmesi, isteklere daha çabuk ulaşılıyor olması gibi sebeplerden dolayı insanın kendi başına güzel ve büyük işler başarması artık mümkün değildir. Bu sadece günümüzün değil, belki sanayi devriminin başlangıcından beri devam eden hayat tarzının ilgi alanına giren bir konudur.

Peki insan içinde bulunduğu toplum içinde nasıl bir topluluğa dahil olabilir? Son Nebi (s.a.s.)’in cemaate sarılma tavsiyesi bizi nereye götürür? Tercihimiz ne kadar isabetli olur? İş dünyasında belli şirketleri takip etme veya orada iş yapma reel olarak tespit edilebilir. Eldeki mali veriler insanı doğru tercihe götürür. Ancak manevi konularda takip edilecek cemaat veya organize veya dernek gibi kuruluşlara güven konusu nasıl çözülecek?

Bu konuda en kestirme yol, davranışları takip etmektir. Söylemler insanı yanıltır ancak hareketler, eylemler her zaman doğruyu söyler. İlk önce şu yapılmalı; muhatap olduğumuz oluşumdaki önde gelenlerin para ile ilişkileri nasıldır? Verdikleri sözü, çok küçük bir şey olsa bile, tutuyorlar mı? Tavsiyeleri ile kendi hayatları örtüşüyor mu? Hayat tarzları sünnet-i seniyye çizgisinde mi? Özellikle para konusu tekrar tekrar gözden geçirilmeli.

Bu girişten sonra Son Nebi (s.a.s.)’in sözlerine kulak kesilelim:

Hz. Huzeyfe (r.a.) anlatıyor:  

“Resulullah aleyhissalatu vesselam’a halk hayırdan, iyilikten sorardı. Ben ise bana da ulaşabilir korkusuyla, hep şerden, kötülüklerden sorardım. Yine bir gün:

“Ey Allah’ın Resulü! Biz cahiliye devrinde şer, (kötülük, günah) içerisinde idik. Allah bize bu hayrı (İslam’ı, Kuran’ı) verdi. Bu hayırdan sonra tekrar şer var mı?” diye sordum.

“Evet, var.” buyurdular.

Ben tekrar: “Peki bu şerden sonra hayır var mı?” dedim.

“Evet var, fakat onda duman da var.” buyurdular.

Ben: “Duman da ne?” dedim.

“Bir kavim var. Sünnetimden başka bir sünnet edinir; hidayetimden başka bir hidayet arar. Bazı işlerini iyi (maruf) bulursun, bazı işlerini kötü (münker) bulursun.” buyurdular.

Ben tekrar: “Bu hayırdan sonra başka bir şer kaldı mı?” diye sordum.

“Evet var.” buyurdular. “Cehennem kapısına çağıran davetçiler var. Kim onlara icabet ederek o kapıya doğru giderse, onlar bunu ateşe atarlar.” buyurdular.

Ben: “Ey Allah’ın Resulü! Ben (o güne) ulaşırsam, bana ne emredersiniz?” dedim.

“Müslümanların cemaatine ve imamlarına uy, onlardan ayrılma. (İmam sırtına (zulmen) vursa, malını (haksızlıkla) alsa da onu dinle ve itaat et.)” buyurdular.

Ben:“O zaman ne cemaat ne de imam yoksa?” dedim.

 “O takdirde bütün fırkaları terk et. Öyle ki, bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş bile olsan, ölüm sana gelinceye kadar o vaziyette kal.” buyurdular.” (1)

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem yine mucizane bir beyanla çağlar ötesine ışık tutuyor. Şimdi hadisteki mesajlara tek tek bakalım:

İlk olarak dumandan bahsediyor Allah Resulü. Duman bir musibettir ve bir belirsizliktir. Dumanda yol tam olarak görülmez. Trafikte kaza çok olur. Ayrıca duman hastalık ifadesi de olabilir. Bu dönemin ya da kavmin özelliği Allah Resulü’nün çizgisinden başka yollar ararlar ve yoldan çıkarlar. Yani onlar Kuran’ı, İslam’ı Allah Resulünden daha iyi anladıklarını düşünürler ve kendilerince yollar edinirler. Böylece ellerindeki en önemli ölçü yok olur ve kısmen doğruluk sahibi olurlar.

İkinci kısımda ya da devirde, cehenneme davet edenlerden bahsediliyor. Bu davetçiler insan türündendir. Bazı insanlar, şeytanın vazifesini kendilerine vazife edinmişlerdir. Kuran ifadesi ile şeytanın izlerini takip etmektedirler. Bu yolda günahlar vardır. Bu günahlar başta insanların haklarını yemek, her şeye zarar vermek, saygısız ve sevgisiz bir hayatı tercih etmek, Allah’ı inkâr ederek her şeyi tesadüfe vermek gibi birçok akıl ve vicdan dışı işler olarak düşünülebilir. Demek ki bahsedilen zamanda, belki de bu zamanda, en büyük sorun; insanlık dışı, imana ters fiil ve davranışların devletler eliyle yapılacak olmasıdır. Çünkü Son Nebi’nin ifadesinden cehenneme davet edenlerin rahat olduklarını anlıyoruz. Rahat olmayanlar, iman edenler olacak demektir.

Bu noktada iki önemli tavsiye geliyor Son Nebi’den:

Birincisi, cemaate sarılmak. İkincisi de fırkaları terk etmek.

Cemaat kavramı uzun zamandan beri İslam beldelerinde ehl-i sünnet ve’l cemaat deyimi şeklinde kullanılmaktadır. Bu önemli bir çizgidir. İnsan her nerede ve hangi asırda olursa olsun, asırlardan beri süregelen Allah Resulünün cemaatine dahil olabilir. Bunun tek şartı çok belli olan ve kitaplarda tespit edilen sünnet-i seniyye çizgisinde yaşamaktır. Bu çizgi güven ve selamet demektir. Çünkü Kuran-ı Kerim’i en güzel yaşayan insan Son Nebi’dir. Allah Resulünün bu tavsiyesi aynı zamanda yaşanacak büyük tehlikeleri de haber vermektedir. Tehlikenin büyüklüğü insanların imanlarını daha çabuk alıp gitmeleri ile doğru orantılıdır. Bu tehlikenin bir yönünü de fırkalar yani partileşme adı altında ayrılıklar, bölünmeler oluşturmaktadır. Bu ayrıklarda normalde sorun olmaz ama arada nefret, düşmanlık gibi negatif hisler olduğu için çok tehlikelidir. Bu çizgide insanlar, meleği şeytan; şeytanı da melek zannedebilir. Müslümanlar bu uyarıya kulak vermez de kendi aklına ya da tabi olduğu siyasi oluşumlara güvenirse yolda kalmaları kaçınılmaz olacaktır.

Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat, çok önemli bir çizgidir. Asırlardan beri bütün yanlış akımlara karşı saf İslam’ı yaşama noktasında bütün çileleri göze almış önemli bir topluluk vardır. Günümüzde de bu çizgiyi koruyan cemaat kavramı varlığını devam ettirmektedir. Bunun karşısında yer alan siyasi fırkalar da saltanat ve zenginlik düşüncesinde hak ve hakikatten uzak bir çizgide yoluna devam etmektedir. İşte Efendimiz asırlar önce “Fırkaları terk et!” diyerek günümüz siyasi anlayışına da önemli bir işarette bulunmuş oluyor. Bir bakıma, İslam’ın siyasal olarak izah edilme çalışmalarının dine büyük zarar vereceği ifade edilmiş oluyor.

Başka bir hadis-i şerifte; 

“Ümmetimin fesada uğradığı zamanda kim benim sünnetime temessül etse, yüz şehit sevabı kazanabilir” buyuruluyor.

Evet, sünnet-i seniyyeye ittiba, gayet kıymetlidir. Özellikle Müslümanların her biri bir nur-ı Muhammedî (aleyhisselat u vesselam) olan sünneti terk edip bid’alara, yaşadıkları gibi inanmaya daldıkları zaman kayıplar çok olur. Böyle zamanlarda sünnet-i seniyyenin küçük bir adâbını hayata aktarmak, bu yolda gayret etmek; takva ve iman gerektiren iştir. Bu davranış aynı zamanda doğrudan doğruya Hz. Muhammed (aleyhisselat ü vesselam)’ı akla getiriyor, manen onunla irtibat kuruluyor. Bu durum da insanı huzuru ilahiye taşıyor. Yemek, içmek, yatmak gibi basit muameleler bile sünnet-i seniyyeye uygun yapıldığı takdirde sevaplı bir ibadet ve şer’i bir hareket oluyor. Çünkü bu iş ona Hz. Muhammed aleyhisselatü vesselamı düşündürüyor. Sonrada bu işin şeriatın bir edebi olduğunu fehmediyor. Ondan da şeriatı, peygamberine bildiren Allah akla gelir. Böylece bir nevi huzur ve ibadet kazanır.

İşte bu sırra binaen sünnet-i seniyyeye ittiba eden âdetlerini ibadete çevirir, bütün ömrünü semereli ve sevaplı yapabilir.

Son Nebi’ye, sallallahu aleyhi ve selleme, tabi olmayanın hali şu adama benzer:

Bir adam bir yere gitmek için yola çıkıyor. İlerde yolu bilen ve tarif eden bir rehber görüyor. Rehberin elinde de bir kitap yol hakkında bilgiler içeriyor. Adama biraz bekle rehberle beraber gideceğiz deniliyor. Adam aldığı kitabı yeterli görüp yola çıkıyor. Fakat yolun inceliklerini, tehlikelerini tam anlamadığından bir müddet sonra kitabı da okuyamaz hale geliyor, bıkıyor. Sonra büsbütün yolu kaybeder ve perişan olur. Ama diğerleri rehber önlerinde rahat içinde, tehlikelerden korunarak yollarına devam ederler ve insaniyet ufkunu yakalayacak zirveye ulaşırlar.

İşte böyle bir zamanda Allah Resulü bize sadece sünnete tabi olmayı emir buyuruyor. Kur’an’a sımsıkı sarılmayı emir buyuruyor. Komünizm fırtınası estiği zaman nice genç insan ortak değerleri bir tarafa atarak küfür yolunda telef olup gitti. Kapitalizm hortumu kalpleri kasıp kavurmuş ve bir çöp haline getirmiş ve getirmeye de devam ediyor. Bu dönem mukaddesatın hiçe sayıldığı bir dönemdir. İnsani, dini değer adına ne varsa menfaatlere feda edilmiştir. Bazı yerlerde ise devlete kutsiyet verip insanların hayatları hiçe sayılmıştır. Hatta devleti idare edenler de kutsal görülüp dini değerler ayaklar altına alınmıştır.

Çözüm

“Evet, her toplumun parti ve hizipçilikten daha çok, imanla, ümitle donanmış; aşkla, heyecanla dopdolu; maddî-manevî, dünyevî-uhrevî garazlardan sıyrılabilmiş ilim, ahlâk ve fazilet havarîsi babayiğitlere ihtiyacı var. Onlarla buluşup, onlara teslim olacağımız ana kadar, nisbî de olsa, bu iç içe gurbet ve esaretlerimiz devam edeceğe benzer. Rahmeti Sonsuz’dan, ellerinde hayat kâsemiz, yıllardan beri ufukta emareleriyle müteselli olduğumuz, o Hızır çeşmesi görmüş ölümsüzleri imdadımıza göndermesini niyaz ederiz.” (2).

Müslüman okuyan, araştıran, şuurlu bir insandır. Bu nedenle sünnet-i seniyyeye göre bir hayat ve anlayış sahibi olmaya çalışır. Sünnet boyutlu yaşamak onu çağın hurafelerinden ve cehaletlerinden korur. Böylece o kime tabi olacağını çok iyi bilir. Esasen dikkatle bakıldığında kendine tabi olunan hiçbir din âliminin soyunda, nesebinde bir belirsizlik, gizlilik yoktur. Doğumundan, yaşadığı yerlere, ders aldığı hocalara ve yazdığı eserlere kadar her şey açık ve nettir. Hatta öyle ki sır olarak sakladıkları gönül dünyaları bile zamanla öğrenilir ve o kafa ve kalbiyle hayata mâl olur.

Bu yüzden Efendimiz sallallahu aleyhi ve selemin belirttiği cemaat de sünnete ve Kur’an’a bağlı, hurafelerden arınmış, namazı ikame eden ve dini bir hayat tarzı olarak gören insanlardan oluşan bir cemaattir. Bu cemaat bir yere çekilmiş, ibadetle meşgul olan insanlardan oluşmaz. Aksine onlar dinin; ahlâkın, ilmin, edebin, ailenin, toplumun kısaca hayata dair her şeyin temelini oluşturduğunu düşünürler ve böyle yaşarlar. Onlar fırkalara ayrılmazlar, aksine fırkalar onlarda birleşir ve hakikati öğrenirler.

Kaynaklar

1-[Buharî, Fiten 11, Menakıb 25; Müslim, İmaret 51, (1847); Ebu Davud, Fiten 1, (4244, 4245, 4246, 4247).][26] (4788)- Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh)

2- Yeni Ümit – 1 Nisan 1996

YOL

10 Aralık 2021

YÂ RABBÎ!

10 Aralık 2021

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir